top of page

Alabildiğine Dağlar

  • Yazarın fotoğrafı: Atalay Nallıdere
    Atalay Nallıdere
  • 25 Mar 2023
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 21 Eyl 2023

Karşısında raylar ve arka planda gözlerinin alabildiği kadar dağlar sıralanmış durumda. Yol ise gidilmesine rağmen bitmiyor. O an sürücü ayaklarının yerden kesilmesini özlüyor. Ayaklarının yerden kesilmesini özlediği her zaman, bir sonraki trene binip evine döndüğünü hatırlıyor. Evine döndüğünde uzandığı yatağı ve rüyasında koridorlarında ayakları yerden kesilmiş bir şekilde uçtuğu okulunu özlüyor. Birden, basitçe düşünceler ile her şeyi anladığını hissettiği o cahilliği ve yanıltıcı dahiliğin ayaklarını yerden kesişini özlüyor. On saat uyuyor fakat hiçbir rüyasında artık ayakları yerden kesilmiyor. On dört saat düşünüyor, artık hiçbir düşünce anladığını bile hissettirmiyor.

Karşısında raylar ve arka planda gözlerinin alabildiği kadar dağlar sıralanmış durumda. Müzik bitmek bilmiyor, öyle ki en isteksiz yüreği bile dansa zorluyor. O an ayaklarının yerden kesilmesini özlüyor. Bir el sırtta diğer el olabildiğince vücuda yakın. Duruşunun düzeltilmesini özlüyor, yeni bir figür öğrenmeyi, adımlarını bastığı yerin varlığını kaybetmeyi, gözlerini kapayabilmeyi, müziğin bitmesini ve yalandan gülümsemeyi özlüyor. Minnettar olmak için hiçbir sebebi ve teşekkür etmek istediği hiçbir insan olmamasına rağmen, adını bilmeden teşekkür ettiği binlerce insanı özlüyor.

Karşısında raylar ve arka planda gözlerinin alabildiği kadar dağlar sıralanmış durumda. Düştüğünü hissettiği ve ayaklarının yerden kesildiği onlarca anı özlüyor. Küçükken ayağı yere takılıp küçücük bir taş yüzünden dizini yardığı anı, okulda merdivenden yuvarlanışını, koltuktan yere düşüp kolunu incitişini özlüyor. Bir ipin ucuna bağlı olarak yalandan korkusuzca yere atladığı zamanları ve yere bir metre kala durduğu düşüşleri özlüyor.

Karşısında raylar ve arka planda gözlerinin alabildiği kadar dağlar sıralanmış durumda. Trene binmeden saatler önce göz göze gelmişler. Ayakları yerden kesiliyor. Her şeyin bir mucizeye bağlı olduğunu bile bile ayaklarının yerden kesilmesine katlanıyor. Ayaklarının yerden kesilmesi, bir kenara kesip atabileceği bir his olmaktan uzaklaşmış durumda. Hatta gittikçe yaklaşıyor. Aynı zamanda ise aralarında ki ip salınmak yerine gittikçe uzuyor. Tren hareket ettiğinde ise ayakları bir daha yere basmıyor, bindiği durağı kaçırıyor.

Ayakları yerden kesilmiş iken verdiği aptalca bir gülümseme ve gereksiz yere süzülünen bir mesafe. O bir kere asla bitmeyen işleri gibi gelmiyor. Umursanmayan, aptallıkların sonucu köşede unutulan bir nesne haline geliyor. Süzüldükçe uzaklaşıyor, süzüldükçe ayakları daha da yerden kesiliyor. İçi parça parça gökyüzüne çıkıyor, yeryüzünden gittikçe uzaklaşıyor. Tam da ondan istediğini yerine getirdiğine inanıyor böylelikle, olabildiğince uzağa gidiyor ve bir daha geri dönmemeyi hayal ediyor. Karşısında raylar ve arka planda alabildiğine dağlar. O an arkadaşını kolundan tutup alıyor, bir sonraki durakta onunda biletini kestiriyor. Böylelikle uğursuz bir yolculuk başlıyor.

***

Aptalca bir gülümseme için kat edilen her mesafe cevap verilmeyen her mimik ile yok ediliyor. Kendisini boş yere yormayı göze alan ve göze almayan insanlar arasında hangi gruba düştüğünüzde bağlı gerisi. Kimsenin okumadığı satırları yazarak geçiyor hayat, ya da kimsenin dönüp dinlemeyeceği bir şarkının sözlerini mırıldanarak. O aptalca gülümseme bir şekilde o satırların arasında sıkışıp akılda kalıyor. Kırmızı kazaklı o aptalca bakış yazılıp beğenilmeyen bir hikaye ile sayıların arasında kayboluyor.

Mesafeler büyüdükçe gerçeklikten kaçmaya başlayan bir bünye haline geliyor nesneler. Yakında herhangi bir gülümseme bile o mesafeyi kapatmayacak, herhangi bir mimiğe alan bile bırakılmayacak.

“Babalar ve Oğulları” benzeri bir giriş hikayeye, fakat zamanın ve mekanın dışına. "Yalnız gelmeyeceğini niye haber vermedin?" Yıllar sonra geri döndü, karşılaştığı ilk cümle rahatsızlığını suratına yansıttı. Yüzü öyle bir ekşidi ki, yüzünü görenin karşılık vermemesi mümkün değildi. Uğursuz bir yolculuk, uğursuz bir nokta da sona erdi. Yolculuk boyunca kimseyle arasında bir kelime geçmemişti. Yanındakini zaten sadece onlarla konuşsun diye getirmişti yanında. Eşlikçisi yol boyunca sessizliğin sebebini anlamaya çalışmıştı. Yolculuk bitene kadar masum kalmayı başarmıştı fakat şimdi uğursuzluk onu da sarmıştı. Neden yalnız gelmesini bekliyorlardı ve neden yalnız gelmediğini söylememişti.

Bavulları yüklenirken tekrarladı. "Neden yalnız gelmeyeceğini haber vermedin?" Yine bir cevap alınamadı. Sağır bir ifadesizliğe bürünmüş, eline olabildiğince bavul doldurup, beyaz merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Arabaya bindiler, eve gidene kadar hiçbir şey konuşulmadı. Sorular mıydı yoksa ne olursa olsun sorulacak olmaları mı? Yine de bu sorudan rahatsız olmasının nedenini sorsalar söyleyemeyecekti.

Yalnız gelmemişti işte, yanındaki olmasa bunca seneden sonra yine de yalnız olarak geriye gelemezdi. Yalnız gelse, onlarla konuşacak hiçbir şey bulamazdı. İnsanlar huy olarak hiç değişmiyordu ki onları bu dünyada yeniden tanımak lazım gelsin. Ortak bir sorunları kalmamıştı ki oturup üzerine konuşsunlar. Bu yüzden yanında birini getirmişti, bunca yıl görmediği insanlar ile onun yerine konuşsun diye.

Yalnız gelmemişti fakat konuşmamayı göze alabilecek kadar yalnızdı. Tedavi edilemez bir yalnızlık. Başarısızlık ile dolu bunca yıllar, yanına aldığı diğer başarısız insanlar, ve bunca yıl sonra yanına sığındığı başarısız bir mekan, bir zaman ve bu başarısızlığın içerisindeki çaresiz insanlar. Yalnız gelmediği için onu lanetleyerek geri yolluyorlar.

***

Susmayan insanlar bitmeyen bir müzik, ve dinmeyen bir rüzgar. Rüzgar bir anda duruyor. Günlerce devam eden yağmurdan sonra güneşli bir güne uyanmış gibi, fakat hissiyatı daha güçlü, ani ve bu yüzden korkutucu. Arka planda gece boyu devam eden uğultu kesiliyor, kulaklar açılıyor, her on beş saniyede bir kapıya çarpan kimsenin umursamadığı sineklik artık usulca yerinde dans ediyor. Bir değişikliğin hissiyatı ile insanların sohbetlerini kesiyorlar. O anda Sermiyan rüzgarı hissetmeye devam eden gölgeleri izliyor. İnsanlar suskun, şaşkın ve hareketsiz bir şekilde etrafı gözlerken, gölgeleri dans etmeye devam ediyor. Gölgeler yüksek sesle aralarına katılan hayaletin onlara layık olup olmadığını tartışıyorlar.

İnsanlar ise hissettikleri değişimin sadece bir gölgesi konumunda, hayaletlere inanmanın ne kadar yerinde olduğunu tartışmaya başlıyorlar. Rüzgar beş altı saniye sonra tekrar uğuldamaya başlıyor. Kapı yavaşça periyodunu azaltarak dansına kaldığı yerden devam ediyor.

Hayalet hemen yanındaki barda, ceketlerin ve pardösülerin arasına kendini asıyor. Tezgahın önü gittikçe hesabı ödemek isteyen insanlarla doluyor. Kıyafetler fısıldıyor, ve insanlar geç olmamasına rağmen yavaş yavaş ayrılıyorlar. Hayalet içinden ceketlerine uzanan kollara bakıyor, fakat ortada bir hissiyat yok. Ortada bir hissiyat yok, hali hazırda bir hayalet iken ortada sonsuz bir zaman var. Hissiyat yok iken aidiyetin de acelesi yok, bir hayalet olsa veya olmasa bile.

Gece ilerliyor, otobüsün arka koltuğuna oturup, ön koltuklara anlamsızca doluşmuş, insanları seyrediyor. Hissiyat yok, aidiyet yok, üstüne üstlük yalnızlık ile lanetlenmiş bir hayaletlik durumu var.


İlgili Yazılar

Hepsini Gör
Falcı

O an yolumu yolumu kesip el falıma bakmak isteyen falcının hocasından öğrendiği ilk kuralı çoktan unuttuğunu fark ediyorum. Artık...

 
 
 
Misafir

Halbuki sadece rüya görmek değil hayal etmek de uykuya dalabilenlerin hakkıdır.

 
 
 

댓글


  • Facebook
  • Spotify
  • Instagram

 © camduvar kültür sanat 2021

bottom of page