top of page

Atmosferi Tutuşturmak

  • Yazarın fotoğrafı: Oğuzcan Nallıdere
    Oğuzcan Nallıdere
  • 27 Tem 2023
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 21 Eyl 2023


Sonundan başlayıp başında biten spoiler dolu bir Oppenheimer incelemesi. Gerçi bir biyografi izliyorsunuz ne spoilerı arkadaş!

Teknoloji Neden İlerler? İnsanoğlu kendini diğer türlerin üzerinde görür, kibirimizin temelinde başparmaklı olmamız yatıyor gibi görünse de aslında bu doğru değildir. İnsanoğlu sadece diğer türlere karşı değil, kendi türünden olan, kendi gibi başparmaklı diğer varlıklara karşı da kibirlidir. Kişisel ilişkiler açısından bakıldığında bir şeylerin daha iyisine, daha güçlüsüne ya da daha hızlısına sahip olan insanlar daha özgüvenli ve kibirli davranmaya yatkın olabilmektedir. Daha yavaşına, daha eskisine ya da güçsüzüne sahip olan insanlar ise daha hırslı ve atılgan davranırlar. Çünkü bu insanların kanıtlayacak şeyleri, geçecek rakipleri vardır. Bu dinamikler sosyal hayattaki ilişkileri şekillendirdiği gibi tarih boyunca devletler arasındaki uluslararası ilişkileri de şekillendirmiştir. Buna avam tarihçi diliyle “büyük ordu diplomasisi” deniyor ancak tarih boyunca “güç” sadece ordu büyüklüğü ile ilişkilendirilmedi. Özellikle İstanbul’un fethinden sonra “büyük ordu diplomasisi” yerini “büyük silah diplomasisine” bıraktı. İstanbulun görkemli duvarlarını devasa toplarıyla yerle bir eden II.Mehmed rakiplerini kendisini yenmek için yeni yollar aramaya zorladı. Büyük ve hantal topların etrafından ekonomileri ile dolaşan Avrupalılar, doğunun toplarını gemileri ile yendi. Daha büyük donanması olanlar kazanmaya başladı, önce Hollandalılar, sonra İberyalılar, ardından ise güneş batmayan imparatorlukları ile Britanyalılar. Zamanın gerisinde kalan halklar hırslı bir şekilde rakiplerini yakalamak için çabaladılar. Vizyonu dar olan ülkeler Osmanlı Türkleri gibi yeni ve güçlü şeyleri biriktirdikleri paraları ile almaya çalışırken vizyonu geniş, cesur ve daha çaresiz olan halklar rakiplerini daha az kaynak ile daha etkili sistemler yatarak yenmeye çalıştılar.


Paradigma en son 16 Temmuz 1945 yılında değişti. Modern tarih ile ilgili olanlarınız bu tarihte ne olduğunu biliyor, modern jeopolitik ile ilgili olanlarınız ise bu tarihte ne olduğunu muhtemelen tahmin edebiliyor. Bu tarih insanoğlunun “büyük bomba diplomasisine” geçtiği tarih.

Binlerce yıllık insanlık tarihi, tüm silahlarının en büyüğünü üretti. İnsanoğlunun tüm bilgi ve birikimi korkunç bir kitle imha silahı ile sonuçlandı. Ortaya çıkan silah sadece yalnız bir grup insanı değil, tüm insanlığı, hatta yeryüzündeki tüm hayatı tehdit ediyor. Tahmin ettiğiniz gibi nükleer silahlardan bahsediyoruz.

Girizgah her ne kadar bu konuda şu ana kadar çok ipucu vermese de bu yazı aslında Oppenheimer filmini inceliyor. Nükleer silahların icadı filmin yönetmeni Nolan’ın da belirttiği gibi insanoğlunun en önemli hikayesi. Bu hikayenin merkezinde her ne kadar J. Robert Oppenheimer olsa da, bu yazıyı yazan ben ve okuyan sen de dahil olmak üzere, insanlık tarihindeki tüm bireyler bu öykünün bir aktörü. Sen ve ben sadece “sonuç” kısmına yakın bir alanda kendimize yer bulmuş durumdayız.


(Nükleer silahların oluşturduğu tehlike ilginizi çektiyse sizi “Korkuyor Musun?” yazımıza bekliyoruz.)


Şimdi Ölüm Oldum, Alemlerin Yok Edicisi


Bir Hindu kutsal kitabı olan Bhagavad Gita Vishnu’nun bir enkarnasyonu olan Krishna ile savaşçı bir prens olan Arjuna arasında geçen diyalogları işlemektedir. Kitabın bir bölümünde Arjuna aile ve arkadaşlarından oluşan bir orduya karşı savaşmak zorunda kalmıştır. Dostlarıyla savaşmak istemeyen prens vazgeçmek üzeredir. Krishna Arjuna’ya bir savaşçının kişisel görüşlerinden bağımsız olarak görevlerini yapmasını öğütleyen bir felsefe olan Dharma’yı öğretir. Dharma, yani kutsal görev, Bhagavad Gita’nın temel öğretilerinden bir tanesidir.


Arjuna kitabın bir bölümünde Krishna’dan evrensel formunu almasını ister, Krishna bin gözlü, bin ağızlı korkunç bir yaratığa dönüşür.


“Binlerce güneşin nuru bir anda göğe fırlasa, ancak bu kudretli varlığın ihtişamına erişebilir!”

İlk nükleer bomba New Mexico gecesini bir güneş gibi aydınlattığında aydınlattığında Oppenheimer’ın aklına Sanskrit’ten kendi çevirdiği bu dizeler gelir.


Vishnu bütün yüzleriyle Arjuna’ya bakar;

“İşte şimdi ölüm oldum, alemlerin yok edicisi.”


Atmosferi Tutuşturmak


Bombanın mümkün olduğunun keşfinden uzun bir süre sonra ve bombanın icadından kısa bir süre önce Los Alamos’taki bilim adamları korkunç bir ihtimali fark ederler. Bomba ile başlayan zincirleme reaksiyonun hiç sona ermeden tüm atmosferi ateşe verip dünya üzerindeki tüm yaşamı sona erdirme ihtimali vardır. Bu durum Oppenheimer’ı denklemi alıp Einstein’a sunmaya zorlar. Einstein denklemin yazılı olduğu kağıda kısa bir süre bakıp neyin ne olduğunu anladıktan sonra kağıdı Oppenheimer’a geri verir. “Bu benim değil, senin!” der. Einstein için bombanın tarihin hangi döneminde insanoğlunun ömrüne son verdiği önemli değildir. Bu sonuç ilk patlama anında bir kaza sonucunda da gerçekleşebilir, yüz yıl sonra bir egoist bir maymunun başlattığı anlamsız bir savaşın sonucunda da. Bu iki durum arasında bir fark yoktur.


Araştırmalarını genişleten bilim adamları bu ihtimalin milyonda üç (sıfıra yakın) olduğunu keşfederler. Hiçbir denklem bu sonucu sıfır olarak bulmamaktadır. Bu korkunç ve akılalmaz riske rağmen Manhattan Projesi devam eder. İhtimal ne kadar düşük olursa olsun, Oppenheimer ve ekibi “atmosferi tutuşturma” riskini alarak bombayı patlatırlar.

Nolan’da filmi için karşılaştırılabilir bir risk alarak filmi arkaik bir tutkuyla 70mm IMAX kameralarını kullanarak çekmiş. Bu kameralar için siyah beyaz film üretilmediği için olmadığı için Kodak onun için özel filmler yapmış. Filmi çekildiği formatta sadece 30 sinema gösterebiliyor. Bu formattaki filmlerin toplam ağırlığı 272 kilogram.


Bu bilgiler bizim için bir anlam ifade etmiyor ancak aslında Nolan’ın kendi omuzlarına yüklediği bu zorluklar da sanatçının kendini ifade etme çabasının bir paçası. Filmin nasıl çekildiği, nerede izlenmesi gerektiği üzerine yapılan tartışmalar büyük oranda bir reklam kampanyasının parçası olsa da Nolan, Oppenheimer’ın hikayesini tarihin en büyük ve önemli hikayesi olarak gördüğünden dolayı, bu hikayeyi mümkün olan en büyük kalitede, en şaşalı yöntem ile izleyicilere sunmak istemiş. Nolan’ı daha büyüğünü, daha iyisini ve daha görkemlisini istediği için suçlayamayız.


Kafanız haklı olarak karışık bir şekilde “Filmi nerede izlemeliyim?” diye düşünüyorsanız korkmayın, filmi uzay zamanda karşınıza çıkan ilk anda izleyin. Diyaloglar etrafında dönen ve sadece birkaç özel efekti olan bu hikayeyi istediğiniz ekranda, formatta ya da şekilde izleyebilirsiniz. Tabii ki sanatçının istediği şekilde filmi bir sinema ekranında izlemeniz en ideali olacaktır. Ancak Nolan’da sizi kendiniz için rahat ve mümkün olanı seçtiğiniz için suçlayacak değil. Gerçi Nolan’ın kafasında hangi tilkilerin dolaştığını bilemeyiz, belki de zaman zaman sizi haksız bir şekilde suçlayacaktır. Nolan ile Nolan olmayın.


Teknik detaylar ile kendinizi çok meşgul etmenize gerek olmasa da, eğer konu ile ilgili bir merakınız varsa bu video sorularınızı cevaplayacaktır.


Bin Füzeli Ölüm Tanrısı!


Gördüğünüz en büyük patlama beyaz perdeden fışkırıyor, kör edici bir ışık, cehennemi alevler ve bir ölüm sessizliği. Bu patlamanın kaynağı sadece bir atomik zincir reaksiyonu değil! Oppenheimer'ın zihnindeki bilim bazen kıvılcımlar halinde, bazen dalga dalga hareketlenen ışık hüzmeleri gibi ve bazen kabus gibi hayaller şeklinde film boyunca perdede yer buluyor. Bu anlar filmi gerçeklikten koparmak yerine Oppenheimer’ın buluşu için yaşadığı ilerlemeleri, kendini içinde bulduğu korkuları ve bu korkular ile verdiği mücadeleyi simgeliyor. Dünya üzerinde bir yer bulmaya çabalayan genç Oppenheimer kendi beklentilerini bile aşıyor. Gerçekleştirdiği potansiyeli ise herkesten önce kendisini korkutuyor. Oppenheimer’ın yaşadığı bu bunalımları Cillian Murphy ustaca yansıtıyor. Filmi izlediğiniz yüz seksen dakika boyunca sanki karşınızdaki insan gerçekten Oppenheimer gibi hissediyorsunuz. Film bizi Oppenheimer’ın öğrencilik hayatından ve Lewis Strauss’un mahkeme hazırlığından pararel bir kurgu ile başlatıyor. Hikaye bir Nolan klasiği olarak başından, sonundan, ortasından parça parça ilerlese de ekranda bir kere “New Mexico, 1945” gibi bir yazı görmüyorsunuz. Buna rağmen hangi sahnenin hangi mekanda, hangi zamanda olduğu çok açık. Lewis Strauss’un hikayesi siyah beyaz, klastrofobik ve içinde bulunduğu ortam nedeniyle daha yavaş bir tempoda ilerliyor. Oppenheimer’ın hikayesi ise renkli, parlak ve bir şeyler başarmak, anlatmak, bulmak için aceleci bir karakterde. Bu hikayeler bazen birbiriyle keşişse de birbiriyle bağlantılı olayları iki farklı bakış açısından anlatıyor. Film genel olarak diyalog ağırlıklı ilerlese de hem oyuncuların mükemmel performansları, hem de Nolan’ın üstün ve yaratıcı sinematografisi sayesinde izleyicileri hikayenin içinde tutuyor. İnsanlığın ateşi ikinci keşfine gözlerinizde binbir korkuyla şahit oluyorsunuz.


Oppenheimer Nolan’ın en iyi filmi değil, Inception ve Interstellar daha iyi filmler. Ancak Oppenheimer Nolan’ın en olgun ve en önemli filmi. Filmin yapımı için harcanan çaba da bunun bir kanıtı.

Barbenheimer?

Barbenheimer’ın doğuş sebebi aslında Nolan’ın Warner Bros’dan ayrılması. Nolan’ın stüdyodan ayrılmasına Lewis Strauss’un Oppenheimer’a içerlendiği gibi içerlenen Warner Bros, yönetmenden intikam almak için büyük ve tanınır bir marka olan Barbie’yi iyi bir kadro ve bütçeyle birleştirerek box officede Oppenheimer’ın karşısına koyuyor. Fakat Barbie Nolan’ın önünde bir engel oluşturmak yerine, filmin marketingine katkı sağlamakla kalıyor. Sonuç olarak elimizde 2023 yılında yıllarca unutulmayacak bir beyaz perde etkinliği var. İki film de mükemmeliyetçi ve yaptığı işe saygı duyan insanlar tarafından ortaya konmuş eserler. Eğer imkanınız varsa sadece “yaptım” diyebilmek için bile iki filmi de sinemada izleyin. Stream çağında sinemanın ölmeden önceki son çırpınışlarına şahit olun.

Sinemanın ölümü demişken size yazının sonunda hiç beklenmedik ve alabildiğine alakasız bir film tavsiyesi de vereyim. Benim gözümde 2022’nin en iyi filmi olan Damien Chazelle’in Babylon’unu da sinemada izlemediyseniz mutlaka bir ara evinizde izleyin.

Korkuyor Musun?


“Tarih, birbirleriyle zar zor anlaşan milyonlarca insanın yalancı ve gönülsüz geçinme çabalamalardan sonra, birbirlerini boğazladığı binlerce hikaye ile dolu. Verilen en küçük şansta en yakınındaki insanlara bile güvenini yitiren bireyler, artık sadece para ve ünvan gibi geçici şeylere değil, dünya üzerindeki tüm yaşamı tehdit edecek kadar tehlikeli silahlara sahipler: nükleer silahlar.”

Sana tüm atmosferi tutuşturacak korkunç bir ihtimalden bahsettiğimi hatırlıyor musun? Korkarım bunu çoktan yaptık.







Kommentare


  • Facebook
  • Spotify
  • Instagram

 © camduvar kültür sanat 2021

bottom of page