top of page

AVRUPA KUPASI NASIL KAZANILIR?

Yazarın fotoğrafı: Oğuzcan NallıdereOğuzcan Nallıdere

Futbol da skor çoğu spor gibi katılan bütün taraflar için eşit şartlarda başlar, futbol tarihi küçük ve beklentisi düşük takımların devleri yendiği örneklerle doludur. Çoğu alanda kötü giden ülkeler genelde futbol ile mutlu olabilirler. Türkçe adı ile Avrupa Şampiyonası ise Avrupa sınırları içerisindeki bir ülkenin kazanabileceği en prestijli kupalardan biridir. Peki bugün İtalya ile İngiltere arasındaki finalini izleyeceğimiz Avrupa Şampiyonası nasıl kazanılır?

2020 Avrupa Şampiyonası, Covid-19’un gölgesinde düzenlenen garip bir tunuva oldu, Bakü’den Londra’ya, Amsterdam’dan Roma’ya 12 farklı şehirde düzenlenen turnuva, seyirci sınırlamalarına rağmen büyük ilgı gördü. Turnuva için satışa çıkarılan biletlerin büyük çoğunluğu satıldı. İtalya ile İngiltere arasında oynanacak final maçının ise uzun süre sonra ilk kez (En azından Avrupa sınırları içerisinde.) tam kapasite ile oynanması planlanıyor.


Yirmi dört takımın katıldığı turnuvaya bildiğiniz üzere milli takımımız da katılmaya hak kazanmıştı. Altın jenerasyon yakaladığı iddia edilen milli takımımızdan sadece ülkemiz vatandaşları değil, tüm Avrupa halkı çokca umutluydu. İsterseniz inanmayın, ancak Avrupalılar bile şampiyona öncesinde Türk Milli Futbol Takımını turnuvanın sürpriz yapabilecek takımlarından biri olarak görüyorlardı. Hatta Milli Takımın turnuva öncesindeki son resmı maçlarına bakarak şu anki finalist İtalya’yı yenip yenemeyeceği tartışılıyordu. Ancak Milli Takımımız çoğu zaman olduğu gibi yüzümüzü güldüremedi ve gerçekten inanılmaz kötü bir performans göstererek daha grup aşamasında turnuvaya veda etti. Bu aslında herkes için beklenmeyen bir sonuçtu, yurt dışında beraber çalıştığım çoğu arkadaşım bana “Oğuz, ne oldu da Türkiye bu kadar rezil bir oyun oynadı?” diye sık sık sordular.


Esasen bu sorunun cevabı çokca uzun, ancak doğru cevabı bulmak için çoğu kişinin sık sık yaptığı gibi saha içindeki taktik detaylara, teknik direktöre vesaire bakmak hiç yeterli değil. Sorun aslında saha dışında, sadece futbolda da değil her spor dalında. Bu yazının başlığını “Olimpiyatlarda Nasıl Başarılı Olunur?” olarak değiştirdiğiniz zaman da aynı sonuca ulaşabilirsiniz. Ancak biz cevapları EURO 2020 çerçevesinde inceleyelim, bir ay sonra olimpiyatlarda da hırpalanınca, benzer bir yazı da onun için yazarız. Sadede gelelim.


AVRUPA KUPASI NASIL KAZANILIR?

1. İLK OL, TECRÜBE KAZAN


Futbolun beşiği olarak adlandırdırılan İngiltere uzun yıllar boyunca evsanevi oyuncular ve takımlar çıkardı. Bu İngilizler genetik olarak futbola daha müsait olduğu için olmadı tabii ki, 1880’lerde İngilizler penaltıları Panenka, ortaları Rabona açmıyorlardı. Bütün bu yetenek, bigi ve geleneğin oluşması yıllar aldığından dolayı, bu işe ilk başlayan İngiltere futbolun ilk yıllarında dünyanın en iyisiydi. Bu örneği daha da pekiştirmek istersek Güney Amerika’ya gidebiliriz. Rio de la Plata Avrupa anakarası dışında futbolun oynandığı ilk coğrafya idi, dünyanın en küçük ülkelerinden olmasına rağmen Uruguay Dünya Kupası’nı kazanan ilk ulus oldu. Günümüzde bile Uruguay hala Arjantin, Brezilya, Almanya ve Fransa kadar güçlü bir futbol ülkesi. Fubolun çok az oynandığı ve yakın zamanda popülerleşmeye başladığı ülkeler olan ABD, Çin Halk Cumhuriyeti gibi ülkeler ise bu işe çok gerilerden geliyor.


Ülkemiz açısından bu işe bakarsak futbolun Türkiye’ye çok geç geldiğini söyleyemeyiz. İlk futbol takımları 1903’de kurulan bir ülke olarak aradaki farkı çoktan kapatmış olmamız gerekirdi. Buna rağmen ülkemiz turnuvada Kuzey Makedonya ve Ukrayna gibi futbol açısından bizden çok geride olması gereken ülkelerden bile kötü bir performans gösterdi. Demek ki Türkiye başka yerlerde hatalar yapıyor.


2. BİLGİ AKIŞINI KISITLAMA VE YENİLİĞE AÇIK OL


Tecrübe kazanmak bilgi elde etmenin yollarından bir tanesi. Şimdi bu yollardan bir diğerini inceleyelim: 15. Yüzyıl Almanyası’na dünyanın her yanından gelen yeni icatlar akıyordu. Bu icatları yeni icatlar için gerekli sermaye ve yatırımcılar ile bir araya getirdiğimiz zaman Gutenberg’in matbaayı icat etmesinin Almanya’da gerçekleşmesine şaşırmak pek mümkün olmaz. SpaceX ve NASA’nın aynı ülkeden çıkması da bir rastlantı değil. İnsanlığa faydalı gelişmelerin ve bağlantıların hepsi, bilginin ulaşılabilir olduğu yerlerde vuku bulur. Bilginin kısıtlanmadığı alanlarda bilen insanlar, diğer bilen insanlarla tanışarak yeni fikirler üretir, bilgi ve fikirleri ile adeta ormanlar yaratırlar. Martin Luther fikirlerini Gutenberg’in matbaası sayesinde yayabilmiştir. Tanınmış oyuncu ve yönetmenler Hollywood’da ya da filmlerin hali hazırda üretildiği yerlerde toplaşırlar. Çoğu teknoloji şirketi ofislerini teknoloji şirketlerinin hali hazırda bol olduğu Silikon Vadiisi’ne açar. Bunların hiçbiri de rastlantı değildir. Bağlantıların getireceği avantajlar göz ardı edilemeyecek kadar güçlü parlar. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, parlak futbol akıllarının diğer futbol akıllarının etrafında dallanıp budaklanacağını çıkarmak zor olmayacaktır. Eğer bir ülkenin bağlantıları ne kadar fazlaysa o ülke kadar fazla gelişir. Bu futbol için de geçerlidir.


Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avusturya – Macaristan İmparatorluğu bir düzine farklı ulusa dönüşüverdi. Ancak ülkeler arasındaki bağlar sadece bir anlaşma nedeniyle kopmamıştı. Bir zamanlar yerel olan futbol bağlantıları artık uluslararası bağlara dönüştü. Prag, Viena ve Butapeşte kopmayan futbol bağlantıları sayesinde yeni fikirler çıkardı ve büyük ilerlemeler kaydetti. Bu bağlar ve bilgi akışı 30’lu yılların futboluna damgasını vuracak Tuna Futbol Akımı’nı ortaya çıkardı. İngilizlerin icat ettiği oyunun üzerine getirilen yeniliklerle hem kulüp (Mitropa Kupası) hem de milli takım (Orta Avrupa Kupası) seviyelerinde uluslararası turnuvalar düzenleyen bu coğrafya zamanın en iyi forvetlerini ve antrenörlerini üretti. Kariyeri Avusturya'nın ilhakı ile erken sona eren Avusturyalı Matthias Sindelar, kariyerine 1468 gol sığdıran Çek forvet Josef Bican ve en güzel gol ödülüne adını veren Ferenc Puskas’ın liderliğindeki “Büyük Macarlar”. Tuna nehri kıyılarında büyüyen bu yenilik akımı kendilerini izole edip sürekli aynı üç ülkeyle aynı taktikleri kullanarak kapışan İngiliz Futbol Akımını geride bıraktı. FIFA’ya sonradan katılan ve ilk üç Dünya Kupası’na kendilerini üstün gördükleri için katılmayan İngilizler şahit olacakları yıkımın farkında değildiler. Yıl 1953’ü gösterdiğinde Londra’da blitzden beri patlayan en büyük bombayı İngiltere’yi evinde 3-6 yenen Macarlar patlattı, bu maçın dönüş fikstüründe İngiltere’nin aldığı 7-1’lik yenilgi, günümüzde dahi İngiltere’nin kaybettiği en farklı maçtır. Avusturya, Çekoslavakya ve Macaristan katıldıkları ilk beş Dünya Kupası’nın dördünde hiç kazanamamalarına rağmen finale çıkmışlardır. Ancak tıpkı İngiltere’nin erken dominasyonu gibi, Orta Avrupa’nın yakaldığı başarı da kendine yeni iklimler bulmuştur, sonuçta hiç bir başarı sonsuza kadar sürmüyor.



Günümüzde bu bağlantıları kurmak İnternet ve Televizyon gibi icatlar sayesinde çok daha kolay, büyük ligler ve maçlar neredeyse dünyanın her yerinden rahatlıkla izlenebiliyor. Alman-Fransız sınırında büyüyen, doksanların futbol istatistiklerinin kutsal oğlu Arsene Wenger. Uluslararası futbol yayınlarının nadir olduğu o zamanlarda, çağın güçlü ve yenilikçı Alman futbolunu televizyonda izleyebilecek kadar şanslıydı. Alman ekolünden aldığı yenilikleri İngiltere’ye getiren Wenger, futbolcuların yaşam sitillerinde yenilikler yaparak futbolcularını formlarını bir üst seviyeye çekti ve adeta modern futbolda bir devrim yarattı. Bu devrimler “yenilmezler” olarak adlandırılan Arsenal takımını ortaya çıkardı.


Bu açıdan bakıldığında, bilgi akışının bilinçli olarak kısıtlandığı diktatörlüklerin futbolda çok iyi olmamalarına şaşmamak gerekli. Tam anlamıyla diktatörlük olmasa da ülkemizde de bilgi akışı sıklıkla kısıtlandı, bunun yanında futbolumuz yıllarca yabancı sınırları ile boğuştu, yenilikçi fikirler üretmek yerine halihazırda üretilmiş olan fikirler tarihleri geçtikten sonra ülkeye sokuldu. Bu yolda büyük paralar da harcandı. İnanılmaz büyük potansiyel ve hevese rağmen Türkiye, taktik anlamda kaos futbolundan başka bir akım oluşturamadı. Bu teknik ve taktik yetersizlik ülkenin en yetkin futbol akıllarından biri olan Şenol Güneş vasıtası ile 2020 Avrupa Şampiyonasında da sahada vuku buldu. Ülke futbolunun kulüp seviyesinde en büyük kazanımlarından olan yabancı sınırının kaldırılması da 2021-2022 sezonu itibariyle tekrar yitirildi. Büyük potansiyeline rağmen Türkiye birçok alanda olduğu gibi futbol alanında da kendini yeniliğe hiç bir zaman açmadı ve özgün fikirler üretemedi. Ülkemizin futboldaki başarısızlığının sebeplerinden birini bulduk. Bakalım başka neleri yanlış yapıyoruz.


3. BÜYÜK BİR NÜFUSA SAHİP OL


Her bölgede nüfüsu daha yüksek olan ülkeler daha fazla futbolcu yetiştirerek daha başarılı olurlar. Nüfus hantal ve çok göz önünde olan bir etken olmasına rağmen, en büyük etkenlerden biri olduğu tartışılamaz. Sadece istatistiki açıdan bakıldığında bile nüfüsu daha fazla olan ülkelerden daha fazla güçlü, uzun ve zeki insan çıktığı gibi yine daha fazla iyi futbol oynayan insan çıktığı da söylenebilir. Bazı ülkelerin genç nüfusu milyonlar ile ifade edilirken, bazı ülkelerin genç nüfusu sadece birkaç binde kalır. Almanya’nın seksen milyonluk nüfusu Lüksemburg’un beş yüz binlik nüfüsuna yedi gol atar. Futbol söz konusu olduğunda Yugoslavya ve Sovyetlerin dağılmasından sonra eski ihtişamlarına yaklaşabilen tek ülke son Dünya Kupası’nda finale çıkan Hırvatistan olmuştur. Bu konudaki kanıtlar su götürmez. Peki nasıl oluyor da üç milyonluk Galler ve sekiz milyonluk İsviçre, seksen milyonluk Türkiye’yi sahadan siliyor.



Türkiye nüfüs olarak futbolda kendisinden iyi olan pek çok ülkeden önde olmasına rağmen sahada hep geride kalıyor. Bunun sebebi ise aslında yetiştirmede gizli. On yedi milyon nüfüsu olan Hollanda’da bile lisanslı futbolcu sayısı bizdekinden fazla (1 Milyon). Bizimle nüfusu neredeyse başabaş olan Almanya’da yedi milyon lisanslı futbolcu varken, dünyanın en iyi futbol tesis altyapılarından birine sahip olan Türkiye’de lisanslı futbolcu sayısı dört yüz bin. Bu Türkiye Futbol Federasyonu için büyük bir utanç. Futbolu bu kadar seven bir ülkede halkı bu spora yönlendirememek büyük beceriksizlik ister. Bu da bizi dördüncü kurala getiriyor.


4. ZENGİN OL, FAKİRSEN DE ZENGİN BİR ÜLKENİN FAKİRİ OL


Viktorya Döneminde İngiltere varlıklı bir ülkeydi. Viktorya Döneminde popüler olan kriket, polo ve golf gibi sporlar da ayrıcalıklı ve zengin kesimlerce oynanırdı. Fakir ve emekçi kesim arasında en popüler spor ise futbol ve futbolun ragbi gibi türevleri idi. Bir golf oyunu için yüzlerce metrekare alan gerekirken, futbol için bir arka bahçe ya da boş bir tarla yeterliydi. Bir kriket maçı bir hafta sürerken bir Cumartesi öğleden sonra arkadaşları ile buluşan bir grup işçi hemen bir iki saatte futbol oynayabilirdi. Bu gibi nedenler futbolun neredeyse her yerde diğer sporlardan daha popüler olmasını sağladı, neredeyse her yerde... Futbol oyununun ihtiyacı olan şeyler basit olabilir ancak ne yaparsan yap Grönland’da çimen yetişmez, Malezya’da toprak yılın büyük bir bölümünde çamurdur, Tuvalu ve Kribati’nin futbol sahası inşa edecek kadar bile toprağı yoktur. Oynanacak bir yer ihtiyacı dünyanın ücra yerlerinde futbolun dahi önüne geçebilmiştir. Eğer bir ülke doğal alanlar bakımından zengin değilse bile ekonomik zenginlikler ile yine de bu eksiğini giderebilir.



İzlanda önceleri Ekim ayında tüm sahaların donmasından ve karanlıkta geçirdikleri kış aylarından ötürü dünyanın en kısa futbol sezonuna sahipti, Brezilyalılar görece sıcak kışlarını dışarıda geçirebilirken, İzlandalıların böyle bir lüksü yoktu. İzlanda için daha az futbol Danimarka’dan yenecek 14 gol anlamına geliyordu. Ancak 2000 yılından beri İzlanda üstü kapalı ve ısıtmalı yeni futbol tesisleri inşa etti, en düşük seviyedeki futbol antrenörlerini dahi UEFA A ve B Lisansı seviyesine çıkarttı. Bu değişiklikler futbolun yıl boyu, iyi seviyede oynanabilmesini sağladı. Norveç’in kış olimpiyatlarını domine etmesinin sebebi sadece Norveç’te çok kar olması ve Norveçlilerin inanılmaz zengin olması değil , İskandinav ülkelerinde spora erişim temel insan haklarından biri olarak görülüyor. Bu gibi reformları direkt olarak yapmak veya İskandinav ülkeleri gibi ideolojik açıdan yenilikçi poliçeler yaratmak her ülkenin yapbileceği şeyler değil. Bu işler hem pahalı hem de güvenilir, yolsuzluğa karşı dirençli ve ahlaklı politikacılar gerektiriyor. İzlanda bu reformları yapabildiği için küçük nüfüsuna ve dokuz ay süren kış mevsimine rağmen Avrupa Şampiyonasında çeyrek finale çıkıp, Dünya Kupasına katılabiliyor.


Diğer bir örnek ise Güney Kore. Dağlık alanları nedeniyle futbol gibi geniş alan isteyen sporlar için yeterli alan üretemeyen uzak asya ülkesi, 1954’te güç bela katıldığı Dünya Kupası’nda Türkiye’nin de içinde bulunduğu ikinci gruba düştü. Bu grupta kelimenin tam anlamıyla paramparça edilen Güney Kore Macaristan’dan dokuz, Türkiye’den yedi gol yedi. Ülkenin futbol geleceği pek parlak gözükmüyordu ancak 70’ler ve 80’lerdeki ekonomik patlama sonrasında kıyı şeritlerini doldurup şehirlerine düz alanlar kazandıran Güney Kore, spora erişimde Almanya ile yarışır hale geldi. Güney Kore 1986’dan beri her Dünya Kupası’na katıldı ve üstelik iki kere gruplardan çıktı. Hatta Güney Kore ev sahipliği yaptığı 2002 Dünya Kupası’nda yarı finale kadar ulaştı.



Avrupa’nın pek çok ülkesinde devletler sporculara erken sakatlanma ve hayatlarını idame ettirecek parayı kazanamama riskine karşılık anlaşmalı fabrikalarda B Planı işler ya da devletten direkt olarak maaş sözü veriyor. Türkiye ve Çin gibi ülkeler ise bir asır geriden gelen mentaliteler ile üst düzey tesisler inşa edip amatör dallardaki milli sporcularına destek bile vermiyor, futbolcu olan gençlerin ailelerine sakatlanırsa ne olur, geleceği yok olur diye düşündürtüp, gençleri ekonomik kalkınma planı olarak inşaa ettiği üniversitelerden birine yollayıp Bilmemne Üniversitesi’nde işletme okutuyor.


Futbol her zaman olduğu gibi bugün de fakirlerin ve emekçilerin oyunu. Ancak buna rağmen zengin Avrupa futbolu domine ediyor. Futbol bir oyun olarak üçüncü dünya ülkesindeki herhangi bir birey ile bir izlandalıya aynı uzaklıkta olmasına rağmen, Türkiye nüfus ve coğrafi olarak İzlanda’ya karşı inanılmaz avantajlı olmasına rağmen, İzlanda aradaki farkı kapatabiliyor. İzlandalılar daha iyi eğitim görüyorlar, daha iyi bir sağlık sistemine, daha çok sosyal özgürlüğe ve Türkiye’de pek çok insanın hayal bile edemeyeceği ayrıcalıklara sahipler. İzlanda’nın en fakir insanlarının elindeki imkanlar bile Türkiye’deki ortalama bir insanın elindeki imkanlardan fazla. Bu gibi etkenler göz önüne alındığında aslında her spor dalında Türkiye’nin kağıt üstünde seksen milyon gibi büyük bir nüfüsu varmış gibi gözükse de, gerçekte yapay olarak çok daha küçük bir nüfüs havuzundan faydalandığını söyleyebiliriz.


SONUÇ


Kulüp futbolunun aksine bir Milli Takımın hocası pek az şeyi değiştirebilir, bu yüzden uluslararası futbol büyük oranda yukarıda bahsettiğimiz faktörlere dayanıyor. Eğer bir ulus açık fikirli, zengin, kalabalık ve tecrübeli ise uluslararası şampiyonalarda daha avantajlı hale geliyor. Ülkemizin de bu avantajlara sahip olabilmesi için bütün şartlar müsait, ancak öncelikle Türkiye Futbol Fedarasyonu’nun daha sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti’nin poliçelerini değiştirip, yenilikler yapması gerekiyor. Bu durum sadece futbol için geçerli değil. Türkiye bütün spor dallarında yeterli sayıda sporcu çıkarabilecek nüfusa sahip, ancak bu potansiyele ulaşabilmek halkın bilinçlenmesi ve devletin yolsuzluklara son verip parayı saçma sapan projelere değil genç sporcu yetiştirmeye dökmesi gerekli. Sadece Kanal İstanbul’a ayrılan para bile sporcu yetiştirmek için harcansa Türkiye’nin on yıl sonra İzlandavari bir yükseliş gerçekleştirip Avrupa Kupası’nı kazanması ve Olimpiyatlar’da başarılı olması mümkün.

Kommentarer


  • Facebook
  • Spotify
  • Instagram

 © camduvar kültür sanat 2021

bottom of page