top of page

Bir Yalancının Mektupları

  • Yazarın fotoğrafı: Atalay Nallıdere
    Atalay Nallıdere
  • 18 Mar 2021
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 11 Nis 2022


Eski bir dostun anısına.


Kalabalığın arasından, utangaçlıkla zorlanarak yol isteye isteye, kendimi barın önüne attım. Bir şişeyle sarhoş olan insanlardan olduğumu bilirsin. Sarhoş olunca ne kadar utangaç olduğumu da. O günlerde ne kadar iyi vakit geçiriyor gibi gözüksekte; ben, o küçük paba durmadan neden gittiğimi hiç anlayamadım. Hala da bilmiyorum. Orada benliğimi kaybediyordum. Hiç kendim gibi hissetmiyordum. Galiba kim olduğumu bağımsızca sorgulayabildiğim nadide ve naçizane bir yerdi orası. Ayrıca hiçbir yere ait olmadığımı hissetmeye başladığım yerdi. Bunları sorgulamak için tekrar tekrar oraya gitmek zorunda kalıyordum. Yoksa, her gece “bir daha asla” dedikten sonra, niye merak içinde alt kata inip oraya giderdim ki? Hem vücudumdan ilk kez durmaksızın kan akabileceğini öğrenmiştim orada.


Sokağın köşesindeki bu küçük bir pab, geç saatlere kadar müziğin çaldığı tek yerdi. Birbirini hiç tanımayan, hiç tanıyamayacak insanlar, hep birlikte senkronize ve estetik olmayan bir biçimde dans ediyorlardı. Bütün o insanları hep birlikte neyin dans ettirdiğini bunca yıl hiç anlayamadım. Şimdi anlıyorum ki, yukarıdakilerin onların isteklerini onlardan daha iyi bilmelerine katlanamıyorlardı. Hele yukarıdakilerin düşündüklerini onlardan daha iyi bilmelerine, düşündüklerini onlardan daha iyi dillendirmelerine hiç katlanamıyorlardı. Tarih boyunca insanların boynuna sarıldıklarında olduğu gibi dans ediyorlardı.


“İki tek!” diye, garsona seslendim. İçkileri paylaşmaya hiç niyetim yoktu. Ait olduğum yerin izini tamamen kaybetmek istiyordum. Garson içkileri doldururken sol yanımda Julio’nun sesini duydum. Biraz dalgın, biraz sıkkın tanımadığım biriyle konuşuyordu. Arkadaşı uzaklaşınca o da bara döndü, barmene seslendi. Barmen gülümseyerek parmağıyla beklemesini işaret etti. Julio eve daha yeni yerleşmişti. Sabah, iki gündür bulaşıkları yıkamayan insanlara sinirlenince, herkesin yerine mutfağı düzenlemişti. İlk bakışta, insanların sinirden, hüzünden, ve stresten taşmak üzere olduklarını anlayabildiğini hissetmiştim. Daha sonra öğrendiğime göre bu hislerimde yanılmıyordum. Herkes onun hakkında benzer şeyler söylüyorsa, ona insanların içinde bulunduğu durumu fısıldayan bir meleği olmalıydı. En önemlisi ise Julio insanlara yardım etmekten çekinmiyordu. Başka hiç kimsenin buna yeltenmediğine katlanamadığı için çekip gittiğini düşündüm hep onun. Beklediğini görünce, teklerden birini ona uzattım. Teşekkür bile edemedim, gülümseyip gülümseyemediğimi bile hatırlamıyorum. Sadece yaptığının ne kadar anlamlı, umut verici olduğunu anlatabilmek istemiştim. Julio’nun cevabı hala kulaklarımı çınlatıyor: “Bir şeye ihtiyacın olursa beni arayabilir ve söyleyebilirsin.” Şimdi Julio’ya ihtiyacım var. Onu şimdiye kadar hiç aramadım daha fazla ihtiyacım olduğunda bile, ama şimdi Julio’ya ihtiyacım var. Alemler arası çok fazla yazmayan bir telefonla ona ulaşıp, ona burada ne kadar ihtiyaç duyulduğunu anlatmaya, anlaşılmaya ihtiyacım var.


Julio bir hiç kimseydi, önemsizdi. Fakat gene de biriydi, sesi kalabalıklara karışan, kalabalıklarla dans eden biriydi. O günlerde bu çileler daha yeni başlıyordu. Ya sesinin kalabalıklara karışmasına göz yumuyordun, ya da samimi fakat isyankar olduğun için afaroz ediliyordun. Julio daha tutarlı ve gelişmiş bir felsefenin sözünü dinlemeyip, samimi olmaktan vazgeçemedi. Sonrasında, mutlakiyetçi dünyada kendine bir yer bulamadı. Yakında bir isyanla yıkılacak, geçmişe saplanıp kalmış şu dünyaya daha fazla tahammül edemedi.


Bunları anlatıyorum, çünkü insana böyle bir işkence yapılmaz. Samimi olanı, korkulara rağmen söyleyebilecek cesareti olan bir insana, böyle bir işkence yapılmaz. İnsan, hiçbir şeyin olmadığı bir odaya hapsedilip, beslenemez. İnsanlardan daha fazla sevmediğim ne varsa, benimle birlikte elbet insanları seçmem ve onları sevmem için bu çukura doldurmuşlar. Aslında fırtınalı gecelerde, camların arasından sızan rüzgar ile sallanacak bir perdenin asılı olması gerekir. Ayrıca en azından bir mum, bir kalem, bir defter bulunması gerekir. Varsın olsun defterini insanın elinden alıp, gözlerinin önünde yaksınlar. Fakat en azından insan düşüncelerinin hala var olduğunu görsün. Karanlıkta mumu yakıp, oda aydınlanmadan kaçsınlar. Rüzgar perdelerin arasından sızınca alevi belini kıvırarak dalgalansın. Dalgalanan alev şehvetle dans etsin, içimi titretsin. Sonra boruları tıkırdatsın. Ateşle birlikte dans etmeye kalktığımda en azından birileri uyuduğunu, seviştiğini belli etmek için yan odadan duvarları tıklatsın. Memnun olanlar alt kattan dansımıza ritim tutsun.


Ne var ki, neden birilerini sevmek zorundayım? Zaten aslında bunun için hapsedilmedim mi? İnsanları sevmemek 1 yıl önce suç olarak sayıldı. Tarih boyunca birbirine cesurca düşmanlığını ilan edebilenleri unuttular. Düşmalığını ilan edebilenler, Habil ile Kabil’i örnek alabilen şerefli insanlardı. Şeref insanın sakince yaşatır. Şu an sevecek birini bulsaydım, severdim. Mesela çekip gitmese, çekip gitmeden önce farklı bir ülkede olmasa, çekip gittikten sonra farklı bir alemde olmasa Julio’yu severdim. Sevecek bir kişiyi bile bulsaydım şu toprakların üzerinde, diğerlerine bir kelime laf etmezdim. Kendimden taviz vermeyip hapsoldum. Girmeden önce bilseydim şu çukurun halini, işte o zaman yalan söylerdim, fakat hapsolmazdım. Sevmek için taviz verirdim, yalan söylerdim, yine de bir şekilde severdim ve şu çukura girmezdim. Şimdi insanları onları sevdiğime inandırmak artık neredeyse imkansız.


Sıktığım kurşunlar ise sadece sevgisizliğimin, bir fikrin maddeye dökülmüş fiiliyatıydı. Bana göre, o kurşunları sıkmasaydım da beni hapsetmeleri lazımdı. O kurşunları sıktım diye hapsettilerse, o zaman beni hiçbir zaman hapsetmemeleri gerekmez miydi?


Gardiyan diyor ki, buradan çıkmak için seveceğim birini hayal etmem gerekiyor. O kişinin varlığından bir şekilde haberdar olmam. Sevebileceğimi, bir insanın bedenine sığdırmam gerekiyor. Olmadığınımı, yoksa olamayacağını mı? Bilemiyorum. Fakat, ne fark eder? Peki, sen niye hayal ediyorsun elinde hiçbir kanıt yok iken şu an bu çukurda olabileceğimi? Niye söylendiğinden ve gördüğünden fazlasını hayal edip kendini ikilemlere düşürüyorsun?


Sevmeme cezaları açıklandığı zaman, beni ilk ihbar eden ailem oldu. Ziyaretime geldiklerinde “İnsanlara katlanmayı öğren, veya en azından öyleymiş gibi yap.” dediler. Gerçekten başka tavsiyeleri yoktu. Oysa bir çeşme öğütleri vardı, eskiden. Bu yasalar yokken. Onlar bile artık beni bir suçlu olarak görüyordu. Ne kadar çabuk alışmıştı yeni dünyaya. Ben yenisine de, eskisine de hiçbir zaman alışamamıştım. Bana göre alelade bir insan için dünyanın vaatleri uykusuzluktan öteye gitmiyordu. Yalan mı söylüyorum, yoksa çölün ortasında bazı bazı seraplar mı görüyordunuz? Olmadığını bildiğim bir hazine mi arıyorsunuz, ben seyahat etmeyi, ve sürüklenmeyi bile sevmemenin huzurunu, kabullenmişken? Önceden bir terazi misali, insanlara karşı sürekli büyüyordum yada küçülüyordum. Sonrasında ya susuyordum beynimin içindeki ses yada kayboluyordu. Sevmemeyi kabullendikten sonra artık umrumda bile değildi teraziler.


Dediler ki arkadaş, sıktığım kurşunların hiçbiri sana isabet etmemiş. Sen yine de adresini vermişssin, olurda mektup göndermek isterim diye. İlk sözü benim söylememi istemişsin, belki seni sevdiğimi söylerim de, buradan çıkmama izin verirler diye düşünmüşsün. Mektup yazıyorum fakat yalan söyleyip bu çukurdan çıkmak için değil. Yalancı, çok konuşur ve kendinden başkasını bilmez. Aynı zamanda kendinden başkası hakkında konuşamaz, beceremez. İnsanlar yalan söyler, fakat toplum yalan söylemez. İnsanlar samimi olabilir, fakat toplum ise asla. İnsanların ne istediğini anlamak zor olabilir, fakat toplumun ne istediğini anlamak çok kolaydır. En azından toplumun ne istediğini anladığını iddia edebilmek çok kolaydır. Kolay ile zorun yerini değiştirmek görevi sana düşüyor.


Ben, akşamları elbet yastığa kafamı geri koyacağımı düşünerek yaşamaya devam edeceğim. Gerçeklerimde, yalanlarımda; yaşarken her zaman samimi olmak istiyorum. Pembe yalanlar söylemek istemiyorum. Ben köşedeki pabda öyle bir rüyadan uyandım ki, uyanmadan önce nefes aldığımı bile hatırlamak istemiyorum. İçime kurt düşmüyor artık, hiçbir şeyin peşinden koşmuyorum. Şu kapıdan öte buna sevgisizlik diyorlar. Kabul ediyorum, bir rüyadan uyanmış olmanın üzüntüsü içindeyim. Arkadaşım, sadece akan suların, çıplaklığının karşısında sana saygı duyduğunu unutma.


İlgili Yazılar

Hepsini Gör
Falcı

O an yolumu yolumu kesip el falıma bakmak isteyen falcının hocasından öğrendiği ilk kuralı çoktan unuttuğunu fark ediyorum. Artık...

 
 
 
Misafir

Halbuki sadece rüya görmek değil hayal etmek de uykuya dalabilenlerin hakkıdır.

 
 
 

Comments


  • Facebook
  • Spotify
  • Instagram

 © camduvar kültür sanat 2021

bottom of page