top of page

Boğaziçi : Kayyum, Kanun ve Karmaşa

  • Yazarın fotoğrafı: Oğuzcan Nallıdere
    Oğuzcan Nallıdere
  • 7 Oca 2021
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 8 Oca 2021

Boğaziçi Üniversitesi de dahil olmak üzere beş farklı üniversiteye yapılan rektör atamaları öğrencilerden tepki gördü. .

Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs kapısına polis tarafından kapının açılmasını önlemek için takılan kelepçe, üniversite direnişinin sembolü oldu.
Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs kapısına polis tarafından kapının açılmasını önlemek için takılan kelepçe, üniversite direnişinin sembolü oldu.

Kayyum


Geçtiğimiz günlerde beş üniversiteye daha Cumhurbaşkanı tarafından rektörler atandı, bu üniversitelere Türkiye'nin en köklü ve akademik alanda en başarılı üniversitelerinden biri olan Boğaziçi üniversitesi de dahil edildi. Birçok kişi tarafından "kayyum" olarak yorumlanan bu atamalar, esasen birçok açıdan sakıncalı.


Bu sakıncalardan en büyüğü, iktidar ve güç sahipleri tarafından yapılan bu atamaların, üniversitede faaliyet gösteren öğretim görevlilerinin ve akademisyenlerin, devletin soğuk, yargı dolu nefretini tam da ense köklerinde hissetmesini sağlaması ve bir baskı aracı olarak kötü kullanılmaya çok müsait olması. Rektörlerin büyük çoğunluğunun liyakat felsefesi ile değil, gösterdikleri siyasi sadakat ile atanıyor olması da göz ardı edilemeyecek, ayrı bir sorun.


Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlileri devir teslim töreninde protesto olarak arkalarını dönerken.
Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlileri devir teslim töreninde protesto olarak arkalarını dönerken.

Bu durum Türkiye'de ilk defa vuku bulmuyor. Şimdiki Cumhurbaşkanımızın, Başbakan olduğu dönemde eleştirmeyi çok sevdiği ve yeni bir sivil anayasa ile değiştirmek için can attığı, 1982 Darbesi sonrası yazılan 1982 Anayasası'nda da aynı durum söz konusuydu. Cumhurbaşkanımızın kendi içerisinde yarattığı bu çelişkiyi bir kenera bırakırsak, 1982 Anayasası'ndaki bu düzenlemenin de günümüzdeki düzenleme ile aynı amacı taşıdığını söylemek yanlış olmaz.



Rektör atamalarına yönelik düzenlenen bu kanun 1992 yılında değişikliğe uğradı. Artık üniversiteler kendileri aday çıkarıp oylama yapabilecek, belirledikleri altı ismi YÖK'e yollayabilecekti. YÖK aday sayısını üçe düşürdükten sonra Cumhurbaşkanı'na sunacak, Cumhurbaşkanı da bu adaylardan istediğini rektör olarak atayabilecekti. Cumhurbaşkanı'nın yetkilerindeki bu kısıtlamaya rağmen rektör atama yetkisinden tamamen vazgeçilmediğini fark etmek önemli. Zira devlet hep parlak ve değişik düşünce yapılarına sahip gençlerin, yeni fikirlerinin filizlendiği zamanlarda vakit geçirdikleri bu kurumlar üzerinde hep bir şekilde kontrol elde etmek istedi. Yani üniversiteler üzerindeki siyasi baskı sadece günümüz Türkiye'sine has bir durum değil.


1992 ile 2016 yılları arasında uygulanan sistemin eksiklikleri, 1992 - 2000 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi'nde rektörlük yapmış olan Prof. Dr. Üstün Ergüder'in sözlerinden daha iyi anlaşılabilir:



Kanun


Rektör Atamaları pek çok kişinin iddia ettiği üzere kayyum olarak nitelendirilebilir mi? Anayasaya ve kanunlara aykırı mı?


Esasen hayır, kanunen bu atama geçmişte olmadığı gibi bugün de bir kayyum niteliği taşımıyor. Ancak benzerlikler göz ardı edilemeyecek kadar net. Zira bu yüzden pek çok kişi de rektör atamalarını "kayyum" olarak nitelendiriyor.


Rektör atamalarının kanuna aykırı olduğunu da söyleyemeyiz, 2016 yılında yayınlanan ve daha sonra 5347 nolu Yükseköğretim Kanunu'na dahil edilen 703 nolu KHK'nın 135'inci maddesine göre rektör atamaları Cumhurbaşkanı tarafından yapılır. Bu konuda ayrıca 2018 tarihli "3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi" de mevcut. Yani bu hususa yönelik mevzuatlar var.


Karmaşa


68 Öğrenci Olayları`ndan Altıncı Filo karisiti eylemden bir kare.
68 Öğrenci Olayları`ndan Altıncı Filo karisiti eylemden bir kare.

Atamaların kanuna aykırı olmaması, mantıklı ve doğru olduğu anlamına gelmiyor. Günümüz Türkiye'sinde kanunların geçmişte olduğundan da fazlaca güç sahiplerinin ihtiyaçları için eğilip büküldükleri bir gerçek. Kanunların ülkenin başındakiler tarafından kendi isteklerine göre sürekli olarak şekillendirilmesi, ülkenin geleceği açısından sakınca arz etmekte. Türkiye'nin refahı açısından kanunların doğru, düzgün ve sağlam bir temele oturtularak mantığa ve modern hukuka uygun kişilerce, toplumun ve bireylerin çıkarınca oluşturulması şart, ancak bu eylemin hayata geçirilmesi mevcut hükümetin değişimine bağlı değil. Ülkemizde mevcut olan kanunsuzluğun temellerini İnce Memed ile beraber "Kronik Devletsizlik" yazımızda incelemiştik.


Bu atamaların getirdiği karmaşa ne yazık ki hukuki seviyede kalmıyor. Atamaların yapıldığı kurumların yapısına da zarar veriyor. Eğitimi siyasete alet etmek, öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin amaçlarından uzaklaşıp, daha keskin siyasi kimlikler kazanmalarına da sebebiyet veriyor. Öğrencilerin aklı siyasi yönelimlerine de bağlı olarak çeşitli siyasi örgütlerce çeliniyor, bu gençler hayatlarının baharında eğitimden ve bilimden uzaklaşıp siyasi çekişmelere alet oluyorlar. Bunun ülkemizdeki en önemli örnekleri, büyük oranda kaybettiğimiz değerli fakülteler olan DTCF ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi. Benim de eğitim hayatımın önemli bir kısmını geçirdiğim bu fakülteler her ne kadar önemli akedemisyenler barındırsa ve değerli beyinler yetiştirerek ülkemize katkıda bulunmuş olsalar da, bu öğrencilerinin hatrı sayılır bir kısmının siyasi nedenlerden dolayı amaçlarından sapmış veya saptırılmış maşalar oldukları gerçeğini değiştirmiyor.


Fakültede içerisinde çıkan siyasi kavgaları bastırmak için Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi orta bahçesine giren çevik kuvvet.
Fakültede içerisinde çıkan siyasi kavgaları bastırmak için Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi orta bahçesine giren çevik kuvvet.

Rektör atamaları üniversiteleri bilimden uzaklaştırıyor, üniversiteler siyasileşiyor, devletimiz bir nesli daha siyasi karmaşaya ve keşmekeşe kurban vermekte hiç bir sakınca görmüyor. Eylemler süresince okulda ve okul dışında gün içinde ardı ardına birden fazla eylem düzenlenmesi de aslında bir nevi öğrenciler arasında halihazırda oluşan fikir ve eylem farklılıklarını da göz önüne seriyor. Atama şeklinin sağlıklı olmaması ve Boğaziçi Üniversitesi'nin kurumsal yapısına aykırı olması, öğrencileri ne kadar belirli bir amacın arkasında toplamış gözükse de, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin yine de kendi içlerinde ayrıştırdığı açık. Bu ayrışmaların, geçmişte yaşadığımıza benzer siyasi iklimlerde olduğu gibi, toplumsal gerilimin yükselmesine yol açacağı bariz. Bu durum normal şartlarda dahi tehlikeli olmasına rağmen, pandemi ve adı konmayan bir ekonomik krizle boğuştuğumuz bu günlerde ülkemizin gerçekten en son ihtiyaç duyduğu şey. Atama yönteminde ısrar edilmesi ve yeri arayışlara girilmemesi düşündürücü görünüyor. Sonuç olarak bu durum Boğaziçi'ne atanan rektör olan Melih Bulu'nun, halihazırda yetersiz olan, özgeçmişini de bir nevi sıfırlıyor. Atamanın siyasi nedenlerle yapılmış olması, kimin atandığından daha fazla önem ve tehlike arz ediyor.



Comments


  • Facebook
  • Spotify
  • Instagram

 © camduvar kültür sanat 2021

bottom of page