İçeriden Geceleri Çıkanlar
- Burcu Karael
- 31 Ara 2020
- 2 dakikada okunur
[僕の中に誰がいるの]

Fotoğraf: Sinan Uçarsu
Kurgu-Kostüm: Burcu Karael
Gece saat 3 birilerinin senin hakkında ne düşüneceği konusunda endişe etmek için fazla geçtir (veya erkendir). Aynı zamanda güneşin altında nedense görünmez olan, insan içinde “saçma” diye nitelendireceğin korkuların açığa çıkması için de idealdir.
Kaç benlik var içinde? Birbiriyle bağdaştıramadın hepsini, bazılarını ötekileştirdin. Olmak istediğin kadar iyi niyetli değildi çünkü o. İyi kullardan olmak isteyenler onun sesine “Şeytanın akıl çelmesi” dedi. Sen ne dedin? Hiç. Onu kabullenmedin, o çoğunlukla yukarıdan baktığın “Tanrı’nın sevgili kulları” bile tanıyıp ad koydular, ama sen bilincine çıkarmaya bile korktun onun varlığını. Senin kendilik tasvirinde yer bulamıyordu. Ama işte yok saymakla da yok olunmuyor. Senin iyi niyetli kurguladığın karakterin kandırılmak üzereyken, bit yeniği arayan ve seni o tuzaktan kurtaran, yapılan ihanetin acısıyla ağlamak isterken çeneni kaldırıp yüzüne öfke kondurup sana “biliyordum” dedirten işte tam da o. Ben bile diyemediğin, o dediğin, karakterinin görünce yüz çevirdiğin tarafı. Pis işleri yapan taraf. Makul şüphesini hep kenarda tutar, boşa çıkarsa şüphe ettiğinden dolayı kendinden utanırsın. Oysa o şüphe senin emniyet kemerindir. Kaza yapacağını düşündüğünden değil, kaza olma ihtimaline karşı takarsın. Binince kemer takan müşterisine kendine güvenmediği için alınganlık yapan Ortadoğu taksicileri gibi olma. Şüpheni al ve kabullen. Bazen bunun yerinde bir tedbir olduğunu fark et.
Yanlışlığı çok daha erken öğretilen daha çetin bir duygu var sırada; korku. Korkmanın, korkak olmanın istenmeyen bir durum olduğunu idrak etmek, bizi korkmamaya onu inkâr etmeye veya daha korkuyu anlamamaya itiyor. Birçok canlıyla paylaştığımız bu his, en temel kendini koruma mekanizmalarından biri. Buna rağmen bugün bir yetişkinin çekinmeden “korkuyorum” cümlesini kurması ender değil mi? Keşke bu az rastlanırlığın sebebi korktuğu şeylerin nadirliği olsa. Korktuğunu hissettiğinde bunu açıkça dile getirmesi onu hassas bir durumda bırakıyor. Benim iddiam daha buraya bile gelmeden, kişinin kendi korkusunu bile korku olarak nitelendiremeyecek kadar kavrayışından kaçırdığı yönünde. Dünyadaki ilk yılarında o kadar ayıplandı ki korku duygusu, onu da diğer çocukluk alışkanlıkları (parmak emme, saklambaç oynama, diğerleriyle kolayca arkadaşlık kurma vb.) ile birlikte bir kenara bıraktı büyüdüğünü düşününce. Ne var ki varlığını inkar ediyoruz diye kaybolan bir şey değil korku. Kendini adını koyamadığı bu kalp sıkışıklığı içinde bulan bir sürü insan, makul bir yetişkin olduğunu düşünerek yürüyor bu şehrin sokaklarında.
Gece gelip şehrin çöplerini süpüren belediye işçileri gibi, 3’te geliyor kabullenemediğin içindeki. Kıyamadığın ama olmayacak aşklarını kaldırıyorlar Erkin Koray’ın çöpçüleri gibi. Seni incitecek insanlara duyduğun naif güveni topluyorlar.
İçindeki, “o” diye hitap edip durduğun da olduğunu umduğun iyi niyetli sen kadar kendin.
Kalbinin ta ortasındaki canavara sarılmaya cesaretin var mı?
Comentarios