
KORKMALISIN.
Tarih, birbirleriyle zar zor anlaşan milyonlarca insanın gönülsüzce çabalamalardan sonra, birbirlerini boğazladığı binlerce ya da on binlerce hikaye ile dolu. Verilen en küçük şansta en yakınındaki insanlara hatta sevdiklerine bile güvenini yitiren bireyler, artık sadece para ve ünvan gibi geçici şeylere değil, dünya üzerindeki tüm yaşamı tehdit edecek kadar tehlikeli silahlara sahipler: nükleer silahlar.
BİR NÜKLEER SİLAH PATLARSA NE OLUR?
Tarihte nükleer silahların savaş durumunda kullanıldığı iki örnek var. Bu iki örnek de 1945 yılından. Bu bombaların biri Hiroşima üzerinde, diğeri de Nagasaki üzerinde patlamış bombalar. İlk patladıkları anda yüz binden fazla insanı yok olduklarını hissedebileceklerinden daha hızlı bir şekilde yok etti bu bombalar. Peki bu nasıl oldu? İnsanlık böyle acımasız bir gücü nasıl elde etti? Bir nükleer silah nedir?
Öncelikle bir nükleer silahın ne olduğunu anlamamız için “nükleer enerji” denilen şeyin ne anlama geldiğini bilmemiz gerekiyor. Nükleer enerji, genel olarak zihnimizde “doğal” olmayan, doğaya ve medeniyete zararlı bir enerji türüymüş gibi canlanıyor, ancak aslında bu durum doğru değil. En basit tanımı ile nükleer enerji ya atomların birbirinden ayrılması ile (fizyon) ya da atomların birbirleriyle birleştirilmesi ile (füzyon) oluşur. Bu işlemlerden sonra ortaya çıkan enerji o kadar fazladır ki tüm güneş sistemini milyonlarca yıl ısıtacak bir reaktörün temelini oluşturabilir. Doğru anladınız, her sabah doğudan doğup, her akşam batıdan batan güneş aslında inanılmaz büyüklükte doğal bir nükleer reaktör.
İşte bu örnekten yola çıkarsak bir nükleer bomba patladığı anda ortaya çıkan enerjiyi karşılaştırabileceğimiz bir nesne edinmiş oluyoruz. Gökyüzünün kralı, antik medeniyetlerce iyiliğin, gücün simgesi ve gücün savunucusu olarak görülen Apollo, güneşimiz.
Zihnimize oturtması güç ancak bir nükleer silah patlattığımız zaman birkaç saniyeliğine de olsa arka bahçemizde ufak bir yıldız oluşturmuş oluyoruz. Sıcaklığı üç yüz bin dereceye ulaşan ufak bir yıldız. Daha önce Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan bombalardan bahsetmiştik ya, günümüzde insanlık artık 1945 yılında oluşturduğu yıldızların yaklaşık altmış katı büyüklükte yıldızlar oluşturabiliyorlar.
Patladıkları anda yaklaşık 10 kilometrelik bir alanı buharlaştırıp, bir milyona kadar insanı saniyeler içerisinde yok edecek güçte silahlar bunlar. Ancak bir milyon gibi insan zihninin sınırlarını zorlayan bir sayı bile, bu kıyamet silahlarının potansiyelinin yanına bile yaklaşamıyor. Patlamanın yarattığı gama radyasyonu DNA’larımız içerisindeki yapıyı bozarak en iyi ihtimalle yirmi yıl içerisinde kansere, en kötü ihtimalle iki saat içerisinde ölüme sebebiyet veriyor, bu durum yalnızca küçük bir metropolis üzerinde patlatılan bombanın rüzgar ile yayılan radyasyonunun iki hafta içerisinde on milyon kadar ölüme yol açabileceği anlamına geliyor. Ancak bu bile yine de bu silahların potansiyelinin yanına bile yaklaşamıyor! Dünya üzerinde bir nükleer silah yok, on iki bin kadar var. Bu on iki bin silahın dört bin kadarı her zaman hazır durumda, bunlardan yaklaşık bin kadarı altmış saniye içerisinde ateşlenmeye hazır durumda bekliyorlar. Bu silahlardan sadece yüz tanesi kısa bir zaman dilimi içerisinde patlasa bile sebep oldukları yangınların dumanı atmosferde yükselerek güneş ışığının yeryüzüne ulaşmasını engelliyor. Bu durum gezegen çapında tarımı kötü yönde etkiliyor ve tahmini olarak iki yıl içerisinde yüz milyon ila bir milyar insanın ölümüne sebep oluyor. Daha da kötüsü, ateşlenmeye hazır silahların hepsi aynı anda ateşlenirse insanlık yok oluyor, sadece insanlık değil belki dünya üzerindeki, belki de tüm evrendeki yaşam bitiyor.
RİSK NEDİR?
Buradan bakıldığında çok uzun zaman önceymiş gibi görünen 1980’li yıllarda nükleer silahların sayısı yetmiş bini buluyordu. Bilim insanları bu durumun insanlığın, hatta tüm yaşamın varoluşunu tehdit ettiğini bir dizi simülasyonlar sonucu fark ettiğinde yayınladıkları raporlar dünya çapında büyük yankı uyandırdı. SSCB ve ABD liderleri buluştu ve ilk defa “Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Antlaşması”nı imzaladılar.
Bu olay büyük bir gelişmeydi. Bu olaya kadar, hatta Sovyetler dağılıp, soğuk savaş bitene kadar, birçok insan nükleer bir savaşta öleceklerine ikna olmuş şekilde yaşıyordu. Bu zamanlarda dünyayı nükleer savaşla tehdit eden en büyük ülke Sovyetler değil, inanılanın aksine Avrupa'da Sovyetlere karşı konvansiyonel olarak geri durumda olan Birleşik Devletler idi.
Nükleer silahları kısıtlayan çeşitli anlaşmalardan ve soğuk savaşın bitiminden sonra insanlık yavaş yavaş kendisi için hazırladığı bu korkunç sonu unuttu. Bu zaman diliminde korkuyu bilmeyen, korkmayı unutmuş nesiller doğdu. Korkunun ne olduğunu bilmeden büyüdü bu nesiller. Ta ki…
Rusya'nın Ukrayna işgali başladıktan sonra Vladimir Putin'in NATO'ya karşı kullandığı retorik unutulan korkuların yeniden gün yüzüne çıkmasına neden oldu.
Dünya daha önce nükleer yıkıma birkaç kez yaklaşmıştı aslında. Küba Füze Krizi, Petrov Vakası gibi örnekler mevcut. Küba Krizi zamanında ABD başkanı olan Kennedy, kriz sırasında nükleer savaş riskinin %30 civarında olduğunu söylemişti. Bugün yaşadığımız kriz için ise Küba füze krizinden beri yaşadığımız en ciddi kriz deniyor.
NATO'ya göre şu an bile nükleer savaş riski "uzak bir ihtimal". NATO doktrinine baktığımız zaman "uzak ihtimal" kavramının "gerçekleşmesi %10'dan düşük ihtimaller" için kullanıldığını görüyoruz. Öncelikle %10 uzak bir ihtimal değil, hem iyi hem de kötü yönde yaşadığım DnD deneyimi bana bunu zorla da olsa öğretti. Bunun yanında riskin %0,1 olduğunu düşünmek bile korkutucu.
PEKİ NEDEN?
Nükleer silahların tek varlık amacı "caydırıcılık". Var olan doktrinlere göre elinde bu derece güçlü silahlar bulunan bir ülkeye saldırmak düpedüz aptallık. Üstelik sizin elinizde nükleer silah olsa bile, sizin silahlarınız düşmanınıza varana kadar onlar da silahlarını ateşleyeceği için iki tarafında karşılıklı yok oluşu anlamına geliyor. İşte biz bu duruma "Karşılıklı Garantili İmha" diyoruz. Türkçesinin kısaltması biraz dandik olsa da İngilizce kısaltması olan "MAD", bu teorinin hakkını veriyor.
Bu durum nükleer silahlar üzerinde bir tabu oluşturuyor. Kullanılmasını geçtim, bir devleti nükleer silahlarla tehdit etmek bile aslına diplomaside hoş görülen bir şey değil. Ancak Rusya televizyonlarında her gün nükleer savaş propagandası yapılıyor.
Bugün geldiğimiz durumda toplumun bu silahların ateşlenmesinin ne anlama geldiğini bilmediğini, anlamadığını. Bu silahlardan artık korkmadığını görüyoruz. Korkutucu olan durum aslında budur.
ÇARE NE?
"Nükleer savaşın kazananı yok, bu yüzden savaşanı da olmamalı."
Vladimir Putin ve Joe Biden bu yılın başında yeni bir "Yaygınlaşma Önleyici” antlaşmaya imza atarken bu sözleri söylediler.
Bu sözden iki ay sonra Rusya, Ukrayna işgaline başladı. Altı ay sonra ise tüm insanlık en karanlık anına birkaç adım daha yaklaştı.
Nükleer savaş riskini ortadan kaldırmanın tek yolu, nükleer silahların tamamını yok etmek. Konu tüm insanlığın yok olması ise -uzak bir ihtimal- bile göze yeterince yüksek geliyor.
Geçmişte bilim insanlarının desteğiyle bilinçlenen toplum, liderlerine baskı kurarak bu korku döneminin sonunu getirebilmişti. İnsanoğlu öğrendiği bu bilgileri unutmuş değil, yeniden bilinçlenip hem NATO hem de Rusya üzerinde bu baskı kurulmalı. Durum oldukça karanlık gözüküyor olabilir ancak Soğuk Savaş zamanlarına kıyasla içinde bulunduğumuz gerilim çok daha sığ ve aşılabilir.
İki yıl sonra tüm bu sorunların mucizevi bir şekilde üstesinden gelmiş ve korkumuzu tekrar unutmuş bir durumda olabiliriz, ancak en kötüsü her an başımıza gelebilir.
Korkmalısın.
Comentários