top of page

Kronik Devletsizlik

Yazarın fotoğrafı: Atalay NallıdereAtalay Nallıdere

Önsöz


Öncelikle bir oyunu oynarken kurallarını belirlemelisiniz. Eleştiri ve inceleme yaparken, oluşturduğum yazının sadece kendim için geçerli bir takım kurallar içerisinde kalmasını isterim. Bir kitabın eleştirisini kolayca veya sorumsuzca yapabileceğini düşünmek vahimdir. Özellikle sadece hobi olarak, vakit geçirmek için kitabı okurken, acımasızca kitabın içindeki fikirleri eleştirmek benim kurallarım dahilinde değildir. Bu yüzden kitabın içindeki fikirlere karşı çıkmaktan ziyade bu fikirleri olabildiğince anlamaya çalışırım, kitabın içindeki fikirlere kendi fikirlerimi katmadan önce eleştirmeyi asla doğru bulmam. Eleştirinin en azından hayalî ve oldukça yorucu bir diyalog gerektirdiğini düşünürüm. Kendini stratejik bir şekilde konumlandırmak, savrulan fikirlerin acımasızca birbirini katlettiği çatışmanın içerisinden yorgun, bitkin, zarar görmeden çıkmak zor iştir. Eleştiri her savaş gibi zanaat ister, bu alanlarda savaşmak benim zanaatim değil, ben savaşlarımı başka alanlarda vermeyi umuyorum. Eleştiri yapabileceğim konular, çatışmayı bildiğim arazinin özellikleri, burada yazdıklarımla çok alakasızlar. Bunlardan ötürü çoğunlukla, bir kitabın (bugün yapacağımız gibi), albümün veya resmin üzerine eleştiriden ziyade inceleme yapmış olmayı tercih ederim. İnceleme herhangi bir diyalog gerektirmez; sadece ortaya konulmuş olan eseri açıklamayı, eserin içerisindeki fikirler ile ürettiğiniz fikirleri eritip, bir kalıba döküp zihnin bir kenarına veya alelade bir kağıdın üzerine kaydetmeyi hedefler. Eserin bütünlüğüne, yetkinliğine, başarısına, sanatçının kabiliyetine ilişkin hiçbir şey söylemeyi de hedeflemez.


Eleştiri yapmadan inceleme yapılmaması gerektiğini, (yapılamayacağını) savunanlar olabilir, fakat ben bu ikisinin birbirinden bağımsız olduğunu, olabileceğini düşünüyorum. Bu yüzden, yayınladığım ilk inceleme yazımda bu ayrımı ortaya koymayı uygun gördüm. Bundan sonraki yazılarımda olabildiğince, unutmaz isem, yazının hemen başında, eleştiri mi yoksa inceleme mi yaptığımı belirtmeyi düşünüyorum.


Söz konusu yazının eleştiriden ziyade inceleme olmasını gerektiren diğer bir husus da incelemeyi hedeflediğim eserin bütün kitaplarını bitirmemiş olduğum gerçeğidir. Yaklaşık bir buçuk aydır boş zamanlarımda Yaşar Kemal’in İnce Memed romanını okuyorum, malum okunması öncelikli birçok genetik makalesinin arasında ikinci kitabını anca bitirdim. Zorlasa idim sanırsam en fazla üçüncü kitabın yarısında olurdum. Diğer iki kitapta İnce Memed’in bakış açısının değiştiğini ise biliyorum, yani kitabın vermek istediği mesajı daha tam anlamıyla çözemediğimi de biliyorum. Fakat size İnce Memed’in öldürdüğü ağaları saymayacağım zaten, Yaşar Kemal’in teker teker üzerinde durduğu bütün konuları da incelemeyeceğim ve Çukurova üzerinden, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, farklı kesimlerin bakış açılarını, isteklerini, emellerini nasıl bir açıklıkla ve ustalıkla, uzun uzadıya anlattığını da yazmayacağım. Kitabın içerisindeki kurgunun detaylılığına da girmeyeceğim. Bunları benim anlatmam yakışık almaz, ve kitabı okumayan birisine bunları anlatma çabası içerisine girmek, bence, esere saygısızlıktır. Daha çok ilk iki kitapta kurgulanan olayların bende bıraktığı izlenimleri yazacağım, bu izlenimler yazının başlığının da belirttiği gibi Cumhuriyet’in kuruluşundan, ya da öncesinden, günümüze kadar uzanan çok vahim bir duruma delalet ediyor. Bu yüzden yaptığımın, bir incelemeden ziyade gözlemlerimi ve düşüncelerimi belirtmek olduğunu tekrardan hatırlatmayı uygun görürüm.


Kronik Devletsizlik


Kitabı okurken, bu topraklarda tarih boyunca devam etmiş, etmekte olan Kronik Devletsizlik dikkatimi çekti, asıl vahim olan ise bu devletsizliğin Cumhuriyet ile birlikte büründüğü kılık. İnsanların bu kronik devletsizliğe alışmış olmaları ve bu devletsizlik ile yaşamayı öğrenmiş olmaları beni rahatsız etti. Bu devletsizlik ne midir? Kayıtsızlık ve denetimsizliktir. Yasaklar koyup, sadece insanların uymasını beklemektir. Sonuçlanan ortamda, aslında alınan kararların çıktısında, yasaklara uymayan insanları suçlamaktır. Devlet bu topraklarda bir vardır bir yoktur, ezileni ezmek için daha çok vardır, ezileni kurtarmak için yoktur. Ezeni denetlemek için yoktur, ezenden rüşvet almak için bir yalım misali var olup yok olur. Bunları bir çok kez duymuşsunuzdur aslında, hiç yeni bir şey değil. Ben bu gözlemlerime herhangi bir neden de uydurmayacağım. Uydurmak derken; bir neden bulup, sonrasında eğip büküp bu gözlemimi açıklamak için kullanmaktan bahsediyorum. Mesela bu topraklardaki insanların, daha önce muhtemelen duyduğunuz gibi, hiç aktif bir hareketin içinde yer alamadığı, bir düşüncenin fiziksel karşılığı olamadığı gibi bir nedenden bahsediyorum. Bu yüzden sihrin bu topraklarda olduğunu düşünüyorum. Bu topraklarda doğan ve ölen, fikirlerinin bir çoğu gelecek neslin fikirleri haline gelen insan topluluğunun, kayıtsızlığı ve denetimsizliği ve ezmeyi-ezilmeyi kabul ettiği gayet gözlemlerim çerçevesinde uydurulabilir.


Kitapta fantastik bir anlatım vardır, İnce Memed’in hikayesi, efsanesi hiçbir kayda bağlı değildir. İnce Memed’in hakkında kulaktan duyma bilgiler vardır, devlet için, köylü için, halk için. Karakterler bazen oradan oraya ışınlanır, kasaba ile köyün arası bazen bir gündür, bazen bir haftadır. Kayıtsızlık ve denetimsizliğin sonucunda İnce Memed adeta hızı hesaplanabilen ama yeri ölçülemeyen bir elektron ya da Schrödinger’in kedisi gibidir. Ayrıca, insanlar güçten yitince, ortadan kaybolunca adları bir daha asla duyulmaz, anılmaz. Herkes var olduğu sürece hatırlanır bu hikayede var olduğu sürece kendine göre haklıdır. Adalet için bir referans yoktur hikayede, kronik devletsizlik başlamıştır veya devam etmektedir.


Devletin boşluğunu dolduran karakterler vardır kitapta; savaş kahramanları(!), ağalar. Devletin elemanları olduğunu iddia edenler ise devletsizlikten, denetimsizlikten ve kayıtsızlıktan, asıl çıkarları sağlayanlardır. Bir köyde kaç baş insanın olduğu belli olmayacak, bir insan ölüsü ortada yok iken katili hapse atılacaktır, kanıt yok iken insanlar suçlu bulunacaktır. Devletin varlığı sadece başkaldıranlar olunca hatırlanır, hatırlatılır. Sadece eşkıya dağa çıkınca, köylü isyan edince var olduğunu hatırlatır. Başkaldıranlar, isyan edenler birden zuhur eden devletin karşısında hain ilan edilirler. Sonra devlet tekrardan yok olur, asker alır başını gider. Ağanın biri gitmiştir, bir yenisi gelmiştir. Efendinin, tapuların bir hakimi gitmiştir, bir yenisi gelmiştir.


Ortada bir zulüm olduğu bellidir, peki bu zulmün suçlusu kimdir? Ben bu soruyu şu şekilde sormayı daha doğru buluyorum, 1992 yapımı Unforgiven’ın efsanevi sahnelerinden birinde Clint Eastwood’un oynadığı karakter şuna benzer bir şey der; “Bu durumda masum olan var mıdır veya neden masumdur?” Toprakların üzerinde yaşayan değişmez iken, coğrafya değişmez iken, yaşam biçimi iddia edilen, süregelen kültür ile açıklanırken, bu zulmün tek suçlusu gerçekten sürekli el değiştiren güce sahip olan mıdır? Bu topraklarda güce yardakçılık eden halktır. Halk, kahramanı göz önünden gidince arkasından konuşur ve İnce Memed’i başına gelen her şeyin suçlusu ilan eder. Saman alevi gibidir bu topraklarda halkın isyanı, isyanı sırtlayacak, fikirlerin ve hareketlerin sorumluluğunu tamamen kendi üzerine alacak bir kahraman arar, köyün yarısı hep ağayı tutar, az veya çok el altından ekmeğini alır, sesini çıkarmaz. Bu rüşvet ağa ile halkın arasında adeta bir sırdır. Azıcık canı yansın ölüp giden ağanın arkasından ağlar, hiç düşünmez ve düşünmesinin sorumluluğunu almaz halk.


Buna rağmen, kitapta en rasyonel bulduğum ve en sevdiğim karakter Topal Ali’dir. O sadece yediğine içtiğine bakar, bir iz bulduğu zaman dayanamaz sürer en başta ama sonradan aklı başına gelince zulmün kendisinin ekmeği olduğunu anlar. Çatışma onun ekmeğidir. Memed’in izini hiç doğru sürmez, dolaştırır durur jandarmaları. İnce Memed oldukça daha fazla yiyecektir Topal Ali. Memlekette ağa bitmez, efendi bitmez ama İnce Memed bir tanedir, en azından Çukurova’da, Değirmenoluk’da İnce Memed bir tanedir. Bu yüzden hep ikili oynar. Kimin başına ne gelmiş, pek umrunda değildir. Bazen gülerek bile anlatır Memed’e, jandarmaların köylüye ettiklerini. Bu yüzden zulmün suçlusu bu topraklarda sadece zalim değildir, masum olmayan herkestir. Elbet herkesin söylenmeye hakkı vardır, adalet istemeye hakkı vardır ama böyle davrandıkça, yaşadığınız her şey hikayeden ibaret kalmaya, kulaktan dolma olmaya mahkumdur. Bu topraklardaki kronik devletsizlik çözülmediği sürece, ortada somut, objektif bir adalet var olmayacaktır, en fazla bir İnce Memed çekip ağaları vuracaktır.


Peki bunlar geçmişte mi kalmıştır veya sadece o döneme mi özgüdür? Hayır, bu topraklarda Cumhuriyet’in hemen öncesindeki döneme kadar hiç kimsenin doğru düzgün kaydı yoktur. Osmanlı’da zaten kayıtlar ve denetimler devletin değil yerel yönetimin görevidir. Bu toplumun damarlarına işlemiş, hiç görmedikleri, ama bir parçası olduklarının söylendiği bir devlet vardır adeta. Günümüze gelince ise ait olduğumuzun söylendiği ama bir düşünce eşiğinden sonra parçası bile hissetmediğimiz bir devlet vardır artık bu topraklar üstünde. Değişik olarak, kayıtsızlıktan ziyade, çağımıza uygun olarak, denetimsizlik ön plana çıkmaya başlamıştır.


Devlet de artık günümüzde bunun bir parçasıdır, devleti yönetenler denetimsizliği istiyorlar adeta her seferinde. İşaret ettiğim gerçek, üzerinde yaşadığımız toprakların kronik bir hastalığıdır. Mahkemeler uzun sürüyor, insanlar bezdiriliyor, suçlular denetimli(!) serbestlik ile salınıyor, af çıkarılıyor, sayıştayın, anayasa mahkemesinin kararları kelimenin tam anlamıyla yok sayılıyor, salgın verileri saklanıyor, belki de doğru düzgün kaydı bile tutulmuyor. Bürokrasi ve kurumlarda, kararları ile varolabilecekleri için, artık silinmeye yüz tutmuş durumdalar. İktidar yanlıları, iktidarın ekmeğini yemeye başlayınca, denetimsizliğin ve kayıtsızlığın ekmeğini yemeye başlayınca devam eden düzeni değiştirmeyi göze alamazlar. Bu yüzden Avrupa’da yaşayan insanlar Türkiye’yi sevmektedirler, kayıtsızlık ve denetimsizlik, parası olana dilediğince özgürlük vardır. Diyeceğim odur ki; bu topraklarda sihir vardır, bu toprakların hafızasında bir mühür vardır. Halkın psikolojisi zulümden beslenmeye odaklıdır. Kronik Devletsizlik günümüzde ağanın ölüp yerine başka ağanın gelmesinden ziyade, başkan’ın ölüp yerine cumhurbaşkanı’nın gelmesi ile devam edecektir.

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Falcı

O an yolumu yolumu kesip el falıma bakmak isteyen falcının hocasından öğrendiği ilk kuralı çoktan unuttuğunu fark ediyorum. Artık...

Misafir

Halbuki sadece rüya görmek değil hayal etmek de uykuya dalabilenlerin hakkıdır.

Comentarios


  • Facebook
  • Spotify
  • Instagram

 © camduvar kültür sanat 2021

bottom of page