top of page

Misafir

  • Yazarın fotoğrafı: Atalay Nallıdere
    Atalay Nallıdere
  • 16 Nis 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 16 Nis 2024

İlk kez doğduğu köye dönüyordu. Üç yaşında anne ve babasını aynı hafta içerisinde bulaşıcı hastalıktan kaybetmiş, köydekiler gönüllü olmayınca yıllar önce şehre taşınmış uzaktan akrabalarına evlatlık gitmişti. Üvey ailesi başka çocukları olmamasına rağmen sorumluluğunun onlara yüklenmesine kırılmış, onu evlat edindikten sonra köydekiler ile iletişimi kesmişlerdi. Bütün bunlara rağmen mutlu bir ailede büyümüş, nasıl evlatlık geldiğinin hikayesini sadece büyüdükten sonra öğrenmişti. Birkaç akrabasının hala köyde olduğundan ve üzerine kalan köydeki mal varlıklarından da o zaman haberi olmuştu. Fakat ne akrabalarıyla tanışma gereği hissetmişti, ne de malının peşine düşmüştü. Ailevi yönden geri kalan her şeyiyle tipik tek çocuktu. 


Köye misafirliğe tek başına dönüyordu. Öz ailesinden miras kalan evde kalacaktı. Köyden ayrıldığından bir iki yıl sonra bedavaya bakımı karşılığında yeni evli genç bir çifte oturmaları için verilmişti. Köye dönmeye niyeti olmadığından, çiftin oturmaya devam etmesine razıydı. Tesadüf o ki, burası onu evlat edinen ailesi de, öz ailesinden önce bir süre burada ikamet etmişti. 


Yol yorgunluğunu artık iliklerine işlemişti. Onu ağırlayacak çift ile otogarda tanıştı, İkisi de yaklaşık 40 45 yaşlarında görünüyorlardı. Adam yakın zamanda ufak bir kaza geçirdiğini belli edercesine hafif aksayarak yürüyordu. Çekingendi, cümlesine karşısındakinin gözlerine bakarak başlarsa, hep gözlerini kaçırarak bitiriyordu. Kadının ise yapmacık hissettirmeyen içten gelen hafif umursamaz bir tavrı vardı. Misafir edileceği eve varana kadar gözüne sürekli perdeler indi. Misafirliği boyunca ona minnettarlık mı duyduklarını yoksa olmadık zamanda çıkıp gelmesinden rahatsız mı olduklarını bir türlü anlayamadı.


Misafirlerinin yorgun olduğunu anlayan çift merak ettiklerini pek sorup soruşturmadılar. Eve gelince hemen odasını gösterdiler. Kadın sadece odasına sürahiyle soğuk su bırakıp çıktı. Hava gerçekten çok sıcaktı. Adam daha yatağa girmediğini gördü, ama ilk anda kapının önünden yok oldu. Bir ihtiyacı olup olmadığını sormaya koridoru baştan sona bir kez yürüdükten sonra cesaret edebilmişti. Yorgunluk ve uykusuzluk ile hayır anlamına gelen birkaç cümle geveledi. Adam iyi geceler dileyip odanın kapısını yavaşça kapadı.


Yol boyunca denemesine rağmen hiç uyumamış ve huzurlu bir uykunun, rüya görebilmenin hayalini kurmuştu. Hayatının rutininden uzak olacağından belki uzun zaman sonra ilk kez rüyalarını hatırlardı. Tersine dönmüş dünyasının eski haline gelmesini uygunsuz bir zamanda, yanlış bir pencereden hayal ediyordu. Halbuki sadece rüya görmek değil hayal etmek de uykuya dalabilenlerin hakkıdır.



Köye gitme isteğini, başta ailesi olmak herkes garipsemiş ve onu isteğinden vazgeçirmeye çalışmıştı. Aslinda seyahat etmeyi sevmezdi. Üvey evlat olduğunu öğrendikten sonra dönüp ailesinin mezarını veya akrabalarını tanımak gibi bir isteği de şimdiye kadar olmamıştı. Soranlara sadece meraktan ne var ne yok görmek istediğini söylüyordu. Ayrıca bunu bir tatil olarak düşünüyordu. Uzun zamandır saplandığı giderek güçlenen bir his vardı. Huzurlu mu yoksa huzursuz mu olduğunu bilmiyordu ve anlayamıyordu. Sadece böylelikle alışkanlıklarından bir süre uzaklaşacak, döndüğünde taze zihniyle içindeki hissi yatıştırabilecekti. Ve aynı zamanda aklını meşgul tutarak merakını dindireceğini umuyordu. Halbuki köyle alakalı ne merak edecek ne de onu meşgul tutacak kadar çok şey biliyordu. Annesine göre ise sadece kaçıyordu, hakkıydı elbette ama kaçtığı şeyleri içinde taşıdığını fark etmiyordu. 


Uyandığında odasındaki başının ucundaki çiçekleri fark etti. Gece dikkatini çekmemişti. Çiçekleri kokladı, sabun gibi kokuyorlardı. Tekrar başını kokusuz yastığına gömdü. Misafirlikte öncelikle orada bulunmaya dayanabilmek gerekir. Bunu sağlayan ufak nüanslarda birisi de, içine girdiği yatağın kokusuz olmasıydı. Tertemiz fakat akarsu misali tereddütsüz içilebilecek kadar tatsız. Yatmaya meyleden insan yastığa önceden başkasının kafasının değmediğine inanmalıydı. Çünkü kokusu dert oluyor, enikonu huzurunu kaçırıyordu. Yatağının parfüm kokmasını bile istemezdi.


Balkona çıkıp, leziz bir kahvaltı edip çay yudumlamak. Manzara seyredebilmek veya etrafa konulmuş ufak tefek eşyalarla oynayıp sohbet edebilmek kurduğu hepsi sonradan geliyordu. Bir misafirin huzuru olmadan duyguları neye yarardı?


Ev sahipleri sanki tam istediği gibi onu unutmuş gibiydi. Bir an misafirliğin makbulünü bulduğuna inandı sonra kapısı çalınca ve aralanan kapıdan içeri süzülen tereyağı kokusunu alınca ümidi kırıldı.


Kahvaltıda mezarlığın yerini öğrendi. Köyde kalan akrabalarının evlerinin numaralarını telefonuna kaydetti. Ev sahipleri her ne kadar hava çok sıcak diyerek onu arabayla götürüp getirmek isteseler de nasıl olsa yapacak başka bir şeyi olmadığından onları yürüyebileceğine ikna etti. Kahvaltıdan sonra bir şişe su alıp, şapkasını takıp yola çıktı.



Anne babasının mezarını ararken kendisiyle aynı soyadını taşıyan çocuk mezarını bulmuştu. Akrabaları üvey annesiyle babasının erken yaşta ölen çocukları olduğunu söyledi. Çocukları öldükten sonra o evden hemen sonra da köyden taşınmışlardı. Ölüm sebebini kimse hatırlamıyor gibiydi, herkes farklı bir şey söylüyordu. Kimi doğuştan hasta diyordu, kimisi bulaşıcı hastalık, kimisi kuyuya düşmemiş miydi diyordu.


Eve dönerken yakınlarda sanki bir kedi görmüştü. Köy yerinde alışılagelmedik bir şekilde sokaklarda kedi köpek yoktu. O yüzden bu gördüğünün de kedi olup olmadığından emin değildi. Ev sahiplerine bir kedi görmüş olabileceğinden bahsederken kadın gözlerini bayarak masadan kalktı. Adam sanki onu hiç dinlememiş gibi kediye yaklaşıp yaklaşmadığını sordu. Kedi görüp görmediğinden bile emin olmadığını söyledi. Adam tedirgin şekilde bir daha görürse yaklaşmamasını tembihledi. Kadın beş dakika sonra ise elinde tatlılar ile geri döndü. Tatlılarını yiyerek havadan sudan konuştular. Misafir işinden bahsetti, sonra odasına geçti. Yarın da köyü dolaşıp, kalan akrabalarını ziyaret etmeyi planlıyordu. Sonraki gün ne yapacağını bilmiyordu. Tüm gün güneşin altında yürümüş olmanın şaşkınlık ve yorgunluk ile erkenden yatağına girdi. 


Uykuya dalana kadar yine huzurlu olup olmadığı aklına takıldı. Nasıl hissettiğini anlamak bir kedi gördüğünü zannetmek gibi değildi ama yine de nasıl hissettiğini nasıl bulamıyordu. Kendisine yabancı hissetmesini anlayamıyordu. İnsanların kendilerine dışarıdan bakmaları hatalarını kabullenmemek için geliştirdikleri bir yöntem, bir bahaneydi. Uzun bir ilişkiden sonra sevdiğimi zannetmişim deyip gidenler gibi. İnsan içinde yaşadığı bedende duygularına bu nebze yabancı olamazdı ya, ve zamana kurban gidecek kadar salak bir yalancı... Kararlıydı ve bu tuzağa düşmeyecekti. Sadece daha huzurlu olup olmadığı hakkında bir karara varamamıştı o kadar. 



Rüyasında eve dönerken olduğu yerde kediyi gördü. Rüyası o kadar netti ki uyansa asla rüyasını unutmayacak gibiydi. Onu görüp irkilen ama kaçmayan kediye doğru yürüdü. Eğilip başını okşadı, kedi bir süre onunla oynadıktan sonra elini tırmalayıp kaçtı. Uyandı, terlemişti ve sırılsıklamdı. Hayat, ümit söz konusu olduğunda aradığına şöyle ya da böyle ulaşamayacak olmanın ikilemine indirgeniyor. İnancını yitirmiş bir cehaletin içinde bulunmak istenen o huzur gibi.


Anlamsızca rüyasının aradığı duyguları için bir metafor olduğuna inandı. Zaten her anlatı böyle değil miydi? Her düşünce duyguların esiri ve bakış açılarının yansıttığı benzetmeler ile dolu. Herkes en ağır sözlerini metaforların ve rutin hikayelerin arkasına saklıyor. Sabah olsa bu düşüncelerini hatırlayacağını düşündü. O yüzden umursamadı. Tekrar kokusuz yastığına başını gömdü ve derin bir uykuya daldı.




İlgili Yazılar

Hepsini Gör
Falcı

O an yolumu yolumu kesip el falıma bakmak isteyen falcının hocasından öğrendiği ilk kuralı çoktan unuttuğunu fark ediyorum. Artık...

 
 
 

Commentaires


  • Facebook
  • Spotify
  • Instagram

 © camduvar kültür sanat 2021

bottom of page