Şu an sana anlatacaklarımın gerçekten samimi bir rüya mı yoksa, okuyupta, izleyipte etkilenlerdiklerimin bir ürünü olup olmadığı hakkında hiçbir fikrim yok. En kötüsü aslında bu ya, nasıl inandım bunlara? Az buz da değil, nereden baksan aylardır inanıyorum bütün bunların gerçekleştiğine. Fakat, artık kendimde olduğuma inanmıyorum, aklımın yerinde olduğuna. Ya ne kadar garip davrandığımı anladılarsa?
Mezardan dirilip geldiğine inandım, bir kaç günlüğüne gerçekten onu yanlışlıkla gömdüğümüzü sandım, çıkıp geldiğini bizimle birlikte birkaç yıl daha yaşadığını. O döndükten sonra olan hatıralarımızı ne kadar canlı hatırlıyorum, halbuki. Onu yanlışlıkla gömdüğümüz haberi ilk geldiğinde ailecek nasıl korktuğumuzu hatırlıyorum. Gelince nasıl bize kızacağını? Rezil olmaktan nasıl korktuğumuzu hatırlıyorum.
Pek, aylardır toprağın altında hareketsiz yatması, onu av olarak gören, yavaş yavaş yutmak isteyen solucanlar ve karatoprak ile beslenmesinin acısını bizden nasıl çıkaracaktı? Küçük kuzenimi 2 gün uyku tutmadı. Büyük kuzenim ise neredeyse kendisini çatıdan atıyordu. Teyzemin ağzını bıçak açmıyordu. Bir ateşin içinde kavruluyordu. Saçlarının arasından süzülen soğuk terler damla damla solgun çiçekli yazmasının üzerine düşüyordu.
Fakat babam ile amcam çok sakindi, olabildiğine sakin. Hatırlıyorum, hala gerçek olmadığına beni inandırmış olsalar bile, ben hatırlıyorum işte bunların hepsini... Onlar bunun bir açıklaması olabileceğine inanıyorlardı. Bu olayın içinde, bu olayın ardında bile umut arıyorlardı. Kendi aralarında tartışıyorlardı, köylülerin telefonda aktardıklarını birbirlerine tekrar edip duruyorlardı:
- Gömüldüğünü hatırlıyormuş, uykuya dalmış. Doktorların kalbi durdu dediklerini bile hatırlıyormuş. Sesini çıkaramamış.
- Ölüp dirilmiş olmasın, daha öncede olduğunu anlatırlar ya Koca Himmet yeniden dirilmedi mi? Köyün toprağında bir şey var derler.
- Koca Himmet’i gömmemişlerdi…
Tabi ya, Koca Himmet’i gömmemişlerdi, Koca Himmet sahiden uzaktan akrabamız olur, kalbi durup, tekrar çalışmıştı. Üç-dört yıl daha yaşamıştı. Babaannemin yaşadığını Koca Himmet’in torunu farketmişti, hatta. Başucundaki ağacın köküne tık tık vururmuş ayak sesleri duyduğunda, başta yukarıdan geldiğini sanmışlar. “Kuştur” demişler. Ertesi gün cevap verdiğini anlayınca ürkmüşler. Jandarma gelmiş, gelip çıkarmış kadını. Yüzü masmavi diyorlardı, ilk çıktığında. Gözleri zaten maviydi. Saçları ak bir kadın, beyazlar içinde.
Onu çıkardıklarında iki gün sonra varmıştı eve tekrar. Onu eski koltuğuna oturttular. Ağzını bıçak açmıyordu, gerçekten ölene kadar da hiç konuşmadı. Hiç kızmadı bize, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi, onun arkasından dediklerimizi, yaptıklarımızı duymamış gibiydi. O köylüler kesinlikle söylerlerdi, yaptıklarımızı. Yüzünü bir kere bile oynarken görmedim. Salonun köşesine oturdu. Değneğine yaslanarak yürüdü, her işini kendi başına gördü.
Geçen gün ölüm yıldönümüymüş, haberim yoktu. Arkasından konuşuyorduk, çok kötü anmıyorduk. Bir anda sanki birlikte yaşadığım düşüncelerinin çoğunun aslında doğru olmadığını hissettim, koca bir yaşanmışlık çekildi hafızamdan. Lanetlenmiş hissediyorum, içimde aslında rüyalara ait olan binlerce anı var. Böyle bir şey nasıl olabilir? Zayıflamış elleriyle masayı hafif hafif nasıl tıkırdattığını, çaldığı o eski ezginin sesini duyabiliyorum. O eski ezgiyi ise kulaklarımdan çıkaramıyorum, gerçek olmayan o ezgiyi unutamıyorum, sesini hala duyabiliyorum.
Comentarios