Hayalimizde hiçbir şeyin bize ulaşamayacağı bir köşeye dinlenmeye çekiliyoruz. Fakat yaşadığımız şehirde bu mümkün değil ki, etrafta yine sessizlik talep eden bir şeyler var.
Rüzgarın havada bir parçası yok, bir Ekim gecesi de ancak bu kadar sıcak olabilir, yağmur herhalde bir on gün kadar daha şehrin üzerine düşmez. Ay gece yarısı yaklaşırken karşı kıyıların arkasında saygılı bir şekilde kaybolmakta. Turuncu ışıkları denizden sekip bize ulaşıyor, renginin bana hatırlattıkları haricinde herhangi bir tehditleri yok. Ayın üzerine alçaldığı tepelerdeki ışıklar birer birer sönüyor. Demekki insanlar da uyuyor. Kuytu köşemizden sesimiz yine de bir şeyin gücüne gidiyor. Sesimiz giderek kısılıyor.
Birazdan gün boyu bizi takip eden kara kedinin gözleri parlıyor. Pustuğu yerden çıkıp, usulca yaklaşıyor. Bir kaç kez mırıldandıktan sonra o da kayboluyor. Batıl bir inancımız olduğundan değil, herhangi birimizin nazardan başka bir şeye inandığını düşünmüyorum. Ama kara kedi yanımızdan geçip gittikten sonra artık fısıldaşıyoruz.
Kendi başıma uçurumdan aşağı bakıyorum, denizin usulca süründüğü kıyılarda tanıdık yüzler beliriyor. Üzgün bir surat ile; "En azından adımı ağzından uzak tut, gün gelir pişman olursun." diyor. Sonra yanındakiler dönüp bakmasın diye, beni görmezden geliyor.
Fısıltılarımızda fazla gelmiş olmalı, artık sessizliğimizi talep ediyorlar. Prosedür gereği "Tamam" dememize izin veriliyor. Böylelikle ödeştiğimize ve taleplerini kabul ettiğimize inandırılıyoruz. Parçası olmadığımız bir toplumun kurallarını tanıyoruz. Bir süreliğine sahneyi bölsek sadece isteyenler bizi dinlese izlese ama sessiz kalmasak? Artık zor, onların kuralları bir kez kabul edilmiş. Ya sahnede hareketsiz kalmak gerek, ya da sahneyi terk etmek.
Bir motor süratle geçip uzaklaşıyor. Üzerimizdeki gözler bir kez olsun dikkatlerini ona verip bizi rahat bırakmıyorlar. Bakışları, akıntıya dayanamayıp uzaklaşana kadar susmaya devam ediyoruz. Ay tepelerin arkasında kayboluyor. Gün aydınlanana kadar konuşulmayanlar paylaşılıyor. Kuytu köşemizden çıktığımızda anlıyoruz ki hepimiz bir sessizliğe mahkum bırakılmışız.
Herhangi bir şiir okuyoruz ezbere bildiğimiz;
"Ne efsûnkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten.“
Diyorum ki, demek benzer şeyler düşünüyoruz.
Comments