Terzinin Şiiri
- Burcu Karael
- 15 Mar 2021
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Nis 2022

Dilin büyüsünün doğasını anlamaya çalıştı yıllar boyunca. Arka arkaya dizili kelimelerin benliğe işleyen bir şiir, bilimsel bir makale, veya can sıkıcı bi market listesi olabileceği gerçeği ona anlaşılmaz geliyordu. Anlam denilen ve kelimelerin işaret ettiği düşünülen şeyler olamazdı tek açıklaması. Bir sanatçılık vardı bunda, mermerden mutfak tezgahı yapan usta ile heykel yapan ustanın aynı mermeri, benzer aletlerle şekillendirmesi gibiydi, keramet asla kelimede değildi. Söz işçiliğiğin güzelliği de asla tek başına bu büyüyü yapmaya yetmezdi. Bezemelere boğulmuş odalar gibi, kelimelere boğulmuş şiirler vardı.
Bir vakitte aklına düşen iki dizeyi not etmişti terzi. Ona o an çok da matah görünmeyen bu dizelere ortalığı toplarken tekrar gözü ilişti. Söz sanatçısı değildi ama o iki dize gerçekten bir şiir oluvermişti. Dükkanın camına ustalıkla “TERZİ” yazmış tabelacıyı çağırdı. Tabelacı, önce yine titiz terzinin yazıları yenileteceğini düşündü. “Umursamaz, özensiz bir terziye gelmez insanlar” derdi terzi “Sen şu yazıların üzerinden bir kere daha geçiver boyayla, uçları kavladı.” Işıklı tabela yaptırmasına ikna etmeye çalışsa da tabelacı, kabul etmemişti terzi. “Gündüz açık dükkan burası, sen güzel canlı bir kat daha boya geç yeter ustam.” Benzer bir diyaloğa gireceğine emindi. Tabelacı, biraz sıkkınlıkla ama daha çok bu inatçı zanaatkara saygısıyla, gitti dükkanına. Terzi biraz heyecanlı biraz da utangaç görünüyordu, şaşırdı tabelacı. Eline bir not tutuşturdu; “Şu iki çümleyi alt alta camın alt kısmına yazsak ya ustam? Çok canlı bir renkle olmasın.” Tabelacı şaşırdı, ama ikiletmedi terziyi. Belli ki hoşuna gitmişti bir yerde rastladığı bu iki dizelik şiir, camında olsun istemişti. İnsanların huyları değişiyordu gerçekten yaşlandıkça.
O gün terzi çalışırken fark etti ki, dükkanın önünde çok daha fazla insan durakladı. Bir şaire nasip olacağından daha fazla şiirini okuyanları gözlemek fırsatı nasip oldu terziye. Geçerken okuyan kimsenin o dizelerin terziye ait olduğunu düşünmeyeceğini biliyordu, hoş kendi bile ona aitler gibi hissetmiyordu ya. Hatta bir ara tereddütte bile düştü, acaba bir yerde okudum da aklımda mı kaldı diye. Bir gün öğrenci kılıklı bir oğlan girdi içeri dükkandan. “Kolay gelsin” diye başladı söze. “Camda yazan şiir kimin acaba?” Terzi utangaç, “Bilmiyorum” dedi. “Bir gün aklıma düştü, yazdırdım cama. Bir yerde okumuş veya duymuş olsam gerek.” Oğlan “Ben Türk Edebiyatı okuyorum üniversitede” dedi, “şiire de ilgiliyimdir kendimce. Ama bu şiire daha önce rastalamadım. Tercüme bir şiir gibi de durmuyor ki. Sevdim ama, ne güzel olmuş da yazdırmışsınız.” Gülümsediler karşılıklı. Oğlan hayırlı işler dileyip çıktı.
Terzinin şiire dair aldığı tek yorum bu oldu, ama ona yetti.
Bazen bir şeyler dışarı zorlardı kendini bir insandan. İnsana zor gelirdi çıkartmak bunları içinden, bir formu olan şeyler değil gibilerdi. Ne zaman ki o kadar zorlanır, eksik de olsa ifadesi çıkartmaya karar veririrdi, bunu kelimelere yıkık dökük de olsa dökmeye çabalardı. Hiçbir sanatçının eserine tatminle bakıp “işte tam oldu” diyebildiğini düşünmüyordu. Kendini dışarı zorlayan hakikat için hiçbir şekil tam olamazdı, ona en çok yaklaştığımız dil bile müsaade etmezdi buna. Ama o zorlama artık zayıflayıp da insan kendine dönebildiğinde, o esrime anında çıkan şeye bu sefer şaşkın gözlerle bakardı. Eski Yunan’da düşündükleri gibi filozofların, sanatçı sadece bir araçtı, ilahi olanın çıkması için o seçilmişti; kendinde bir kıymeti veya dehası yoktu. Esrime anında üreten sanatçı değildi “Tanrı’nın eli” idi. Hayır, bu felsefe tam olarak ifade etmiyordu onun düşüncesini. Gündelik hayatın üzerine çıkabilen bir kavrayış veya ifadeyi her seferinde tanrısallıkla eşleştirmek neden? Gündelik hayata, sıradan bir kumaşı dokurken arasına karıştırılan bir görünüp bir kaybolan yaldızlar gibi karışmış bu dokunuşlar da onun bir parçasıydı.

Commentaires